Bölgesel bir kriz olmaktan çıkıp, küresel dengeleri tehdit edebilecek bu savaş atmosferi, yalnızca siyasi değil aynı zamanda hukuki açıdan da birçok soruyu gündeme getirmiştir. Bu yazıda, İsrail-İran savaşının uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmesini amaçlıyorum.
1. Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2(4) Maddesi ve Güç Kullanma Yasağı
Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2(4). maddesi uyarınca, devletlerin başka bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanmaları açıkça yasaklanmıştır. Ne var ki hem İsrail’in İran’a yönelik hava saldırıları hem de İran’ın doğrudan ya da vekil gruplar üzerinden İsrail’e karşı yürüttüğü saldırılar bu yasağın açık ihlali niteliğindedir.
Taraflar saldırılarını genellikle “meşru müdafaa” kapsamında gerekçelendirse de, bu savunmanın geçerliliği için saldırının ani, ağır ve kaçınılmaz olması gerekir. İran’ın Şam’daki konsolosluk binasının vurulması sonrası başlayan süreçte İsrail’in “önleyici” nitelikteki hava saldırıları, anticipatory self-defense tartışmasını da beraberinde getirmiştir. Ancak bu doktrin, uluslararası teamül hukukunda hala tartışmalı olup geniş yorumlar, devletlerarası saldırı eylemlerinin meşrulaştırılmasına neden olabilir.
2. Vekalet Savaşları ve Devlet Sorumluluğu
İran’ın Lübnan’daki Hizbullah, Irak’taki Haşdi Şabi ve Gazze’deki Hamas gibi aktörler üzerinden İsrail’e karşı saldırılarda bulunduğu, İsrail’in de bu yapıları hedef aldığı bilinen bir gerçektir. Bu çerçevede İran, başka bir devletin egemenliğine dolaylı yoldan müdahale etmekle suçlanabilir.
Uluslararası hukukta bu durum “dolaylı saldırı” ya da “devlet destekli silahlı grupların eylemlerinden sorumluluk” olarak ele alınır. Özellikle 2005 tarihli BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun “Uluslararası Hukuka Aykırı Fiillerden Devletlerin Sorumluluğu Taslağı” kapsamında, bir devletin silahlı grupları maddi ve lojistik olarak desteklemesi halinde sorumluluğu doğar.
3. Savaş Suçları ve Sivillere Yönelik Saldırılar
Her iki tarafın da sivilleri hedef alan saldırılar düzenlediği yönündeki iddialar, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) yargı yetkisini gündeme getiriyor. Roma Statüsü uyarınca sivillerin kasıtlı hedef alınması, sağlık tesislerinin vurulması, altyapı sistemlerinin çökertilmesi gibi fiiller, savaş suçu olarak değerlendirilir. İsrail’in Gazze’deki eylemleriyle ilgili halihazırda devam eden UCM ön incelemesi de bu kapsamda yeniden önem kazanmıştır.
İran ise Roma Statüsü’ne taraf olmadığı için doğrudan UCM yargı yetkisine tabi değildir. Ancak İran topraklarında işlenen ve evrensel yargı ilkesini ilgilendiren ağır ihlaller, başka devletlerin mahkemelerinde soruşturma konusu olabilir.
4. Uluslararası Barışa Tehdit ve BM Güvenlik Konseyi’nin Pasifliği
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK), savaşın ilk günlerinden bu yana etkisiz kaldığı, taraflarca dile getirilmektedir. Oysa BM Şartı’nın 39. maddesi uyarınca, barışın bozulması ya da tehdidi halinde Konsey’in devreye girmesi ve bağlayıcı kararlar alması gerekir.
Ancak Konsey, ABD ve Rusya gibi daimi üyelerin veto haklarını kullanmaları nedeniyle yine felç olmuştur. Bu durum, uluslararası toplumda hukukun değil siyasetin egemen olduğu eleştirilerini bir kez daha haklı çıkarmıştır.
5. Bölgesel ve Küresel Hukuki Yansımalar
İsrail-İran savaşının yalnızca iki ülkeyle sınırlı kalmayacağı açıkça görülmektedir. Irak, Suriye, Lübnan ve hatta Yemen gibi ülkeler, bu savaşın doğrudan veya dolaylı tarafları haline gelmiştir. Dolayısıyla yaşananlar, klasik devletler arası savaştan çok daha karmaşık, çok aktörlü ve düzensiz bir çatışma düzeni yaratmıştır.
Bu yapı, uluslararası hukukta mevcut olan kategorilerin (uluslararası silahlı çatışma, iç savaş, terörle mücadele gibi) yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.
⸻
Sonuç Yerine: Hukuk mu, Güç mü?
İsrail ve İran arasında süregiden bu tehlikeli savaş, yalnızca Orta Doğu’yu değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir hukuk ve insanlık krizidir. Ne yazık ki savaşın kazananı şimdiden bellidir: Ne siviller, ne diplomasi, ne de hukuk. Kazanan yalnızca silah tüccarları ve kaostan beslenen aktörlerdir.
Oysa uluslararası hukuk, yalnızca kitaplarda kalmamalı; devletler arası ilişkilerde bir denge unsuru olarak yaşatılmalı ve uygulanmalıdır. Barış, hukuksuzluk üzerine değil; adalet ve hakkaniyet üzerine inşa edilirse kalıcı olur.
Av. Mustafa ERKULU
Uluslararası Hukuk Uzmanı