Kanatsız Kimsesizler

Abone Ol

“Pembe, al yanaklı kızlar görürdüm bahçede, küçük elleriyle gözlerini yumup körebe oynayan. Hele bir tanesi süt gibi beyaz teniyle, kiraz yemiş dudakları büzüldüğünde ağlardın onun bu masum haline. Saman rengi sarı saçları güneşi okşarmışçasına dalgalanırdı koşuşurken. O güzelliğin içinde yoklukta vardı kimsesizlikte, kaderlerinde yazılmıştı. Akşam olduğunda hepsi yuvam dediği soğuk taş kalede birer prenses ve prens gibi mahkûm olurlardı. Arada bir çocuk hasreti çeken ebeveynler gelir, birkaç parça hediye getirir, onlarla sohbet ederler ve sonra da vedalaşırlardı. İçlerinden şanslı birkaçı belki bir yuva bile bulabilirlerdi. Bu kalenin duvarları ne çocuklar gördü garip kuş misali geldiler ve gittiler…(Alıntı)”

“Kimsesiz…” bu kelime bir garip parçaladı içimi. Duyduğu ilk ses, dokunduğu ilk ten ve dünyanın varoluş sebebini, sevgiyi, en yalın, en saf, en çıkarsız, en fedakâr haliyle tanıdığı yürektir oysa anne babası bir çocuk için. Ya bu güven duygusundan mahrum büyüyen çocuklar? Kimsesiz çocuklar… Kimselerinin biz olduğumuzun farkına varamadığımız ve kimsesizliğe terk ettiğimiz kimsesiz çocuklar. Oysaki ne büyük cesarettir onlardaki. Ne zor bir sınav seçmişlerdir kendilerine. Fakat bu sınavın sadece onların sınavı olduğunu zannetmemizin bizim en büyük yanılgımız olduğu gerçeğine ne demeli?

Ders; almalıydık aldık mı? Uyuyan vicdanımızı kıpırdattık mı? Yüreklerimizin artık dar gelen ölçüsünü genişletebildik mi? Ailemizin güven duygusunu vererek aldıkları melek yavruyu, kendi yavrularından ayırt etmeksizin sevgiyle büyüteceklerinden dolayı içim huzurlu. O kanatsız kuşa kanat oldukları için huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliyorum.

Biz bilemedik kimsesizliği…

Saygı ve sevgilerimle