Yani nakit çok, giderler de kendi cebinden. İki tabloyu yan yana koyduğunuzda, para ve imkânın farklı kültürlerde nasıl sunulduğunu görüyorsunuz. Unutmadan Papa’dan 1-0 önde olduğumuz bir şey daha var Papa’ya emeklilik ikramiyesi de verilmiyor. Bizde ise Erbaşa 2.3 milyon TL verileceği gündemde…
Asıl ilginç nokta, sözler ve hayatlar arasındaki makas. Erbaş’ın doğrulanmış söylemleri arasında yoksullukla ilgili iki kritik çıkış var:
“Zekât, muhtacın zenginin malındaki hakkıdır.”
Diyanet’in fetva hattı: “Asgari ücretli ya da emekli geçinemiyorsa, fitre alabilir.”
Bu sözler, İslam’ın yardımlaşma öğretileriyle uyumlu olabilir. Ama aynı zamanda bir başka gerçeği açığa çıkarıyor: Türkiye’de asgari ücretli ve emekli, muhtaç kategorisine yaklaştırılmış durumda. Yani devletin en büyük dinî kurumu, halkın geçim krizini kendi ağzıyla kabul ediyor.
Şimdi soralım: Bu tabloda sabrı ve şükrü kim yapacak?
101 bin TL maaşla emekli olacak makam sahibi mi?
Yoksa fitre alacak kadar yoksullaştırılmış asgari ücretli mi?
Papa örneği burada ayna görevi görüyor. Vatikan’da emekli olan bir Papa, maaş olarak daha düşük alıyor ama kimseye “sabredin” demiyor. Çünkü yaşam koşulları baştan garanti altına alınmış. Ali Erbaş ise yüksek maaş ve ikramiye ile ayrılırken, halka sabır ve şükür diliyle sesleniyor.
Mesele maaşın miktarından ziyade, vaazın inandırıcılığı. Halkın “fitre alacak” kadar yoksullaştığı bir ülkede, en yüksek maaşlı makamlardan sabır telkini geldiğinde, sözler anlamını yitiriyor. Vaaz, adaletsizliği perdeleyen bir fon müziğine dönüşüyor.
Ve o an, Papa’nın 2.500 avrosu değil; Diyanet İşleri Başkanı’nın 101 bin lirası konuşuluyor.
“Fakirlik, sabırla değil; adaletle ortadan kalkar.” buda benim fakirlik ile ilgili son sözüm olsun.
Kalın sağlıcakla…