Son günlerde Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen cezaların ağırlığı ve caydırıcılığı sorgulanmaya başlamıştır. Özellikle sosyal medyada gündem olan olaylar neticesinde verilen veya verilmeyen cezalar vatandaşlar için tatmin edici olmayıp ceza kanunlarının caydırıcılığını sorgulatmaktadır.

Suç teşkil eden bir haksızlığın varlığından söz edilebilmesi ve dolayısıyla bir kişi hakkında işlemiş olduğu bu haksızlıktan dolayı ceza hukuku yaptırımı uygulanabilmesi için gerekli şartların oluşup oluşmadığı ile ilgilenen ceza hukuku, kişilerin temel hak ve hürriyetlerini doğrudan etkileyen hukuk dalı olması sebebi ile çok hassas bir hukuk dalıdır.

                26/09/2004 tarihli Türk Ceza Kanunu ve 17/12/2004 tarihli Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile Ceza kanunlarımız da diğer batı iktisaplı kanunlarımız gibi Avrupai bir şekle bürünmüştür. Eski Ceza kanunlarımıza nazaran daha modern bir yaklaşımla kaleme alınmasına rağmen yürürlüğe girdiği günden itibaren eleştirilerin odağı olmaktan da kurtulamamıştır.

                Toplumun birçoğunun yanlış bildiği bir durum ise Ceza kanunlarımızın suça karşı cezalarının yetersiz olmasıdır. Böyle sanmaları için de birçok haklı sebepleri ve şahit oldukları olaylar da yok değildir. Zira alenen işlenen suçlarda sanığın ceza almaması, soruşturmaya dahi konu olmaması ve yahut topluma mal olmuş bir davada verilen cezaların toplum nazarında tatmin edici olmaması bu yanlış anlaşılmaların en temel örnekleridir. Sanılanın aksine ceza kanunlarımız, diğer ülkelerin ceza kanunlarına göre yaptırım açısından en ağır ceza kanunlarından birisidir. Örneğin Ceza kanunlarımızın esinlendiği Alman Ceza Kanununun 212. Maddesinde, kasten öldürmenin temel şekli için asgari beş yıllık hapis cezası öngörmekte, belirli durumlarda ve çok ağır hâllerde müebbet hapis cezasına hükmedilebilmektedir. Türk Ceza Kanunumuzun 81.maddesinde düzenlenen kasten öldürmenin cezası ise müebbet hapis cezasıdır. Kasten yaralama suçuna bakacak olursak da durum pek de farklı değildir. İtalyan Ceza Kanunu 581. Maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçunun cezası altı aya kadar hapis veya 309 Euro’ya kadar para cezası olarak düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunumuzda ise bu suçun cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası olarak düzenlenmiştir. Bu örnekler çoğaltılabilmekle birlikte sonuç değişmemektedir. Ceza Kanunlarımız birçok Avrupa ülkesi ceza kanunlarına göre daha ağırdır. Ancak buna rağmen nüfus/suç işlenme oranına göre Türkiye, birçok Avrupa ülkesine göre daha üst sıralardadır.

Bir başka konu ise geçmişte ülkemizde de uygulanan ve zaman zaman da gündeme gelen idam cezasıdır. Uygulandığı dönemde ülkemizde ve diğer devletlerde suçu önlemede beklenen fayda görülmemiştir. İdam cezası mevcut olsa bile, bu suçların işlenmeye devam ettiği, dolayısıyla ölüm cezasının caydırıcı bir fonksiyonunun olmadığı da ortadadır. Hatta yapılan araştırmalara göre hapis cezalarının ölüm cezalarından daha caydırıcı olduğu ortaya konulmuştur. İtalyan Hukukçu Beccaria bu durumu şöyle açıklamaktadır ; “Bir caninin öldürülmesinin dehşet verici ama geçici görünüşünden çok, özgürlükten yoksun bir insanın uzun ve acılı durumunun örnek olması, suçlara karşı çok güçlü bir dizgindir.”

Gerçekten de yapılan araştırmalar neticesinde insan hafızası, anlık ve şiddetli olayları kısa sürede unutabilmektedir. Fakat, daha zayıf ama devamlı acılar karşısında savunmasızdır ve bunları daha zor unutmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de caydırıcılığı artırmak için ölüm cezasının tartışılması da yararsızdır.

Sonuç olarak cezaların ağırlığından ziyade bu cezaların uygulanabilirliği yani caydırıcılığı kişilerin suç işlemelerini engellemede daha etkili argümanlardır. Başka bir anlatımla uygulanmayan ceza, ceza değildir. Asıl mesele bu yaptırımları fiiliyata geçirip uygulayabilmektir. Bunun da önündeki en büyük engel ceza muhakemesi hukuku ve infaz hukuku sistemimizdir.

                13/12/2004 tarihinde yürürlüğe giren Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, kısaca İnfaz Kanunu, hukukumuza kattığı bir çok yeni müessese ile Ceza kanunlarında suç karşılığı öngörülen müeyyideleri neredeyse uygulanamaz hale getirmiştir. Öyle ki şuan suç işleyen birisi ağır bir suç işlemediği müddetçe cezaevine girmesi, girmemesinden daha zor hale gelmiştir. Bu müesseselerden bazıları şunlardır;

- Koşullu salıverme; Bir hükümlünün cezasının bir kısmını hapiste geçirdikten sonra belirli şartlara bağlı olarak erken tahliye edilmesi sürecidir. Bu, hükümlünün iyi hali, davranışı ve hapishanedeki performansına bağlı olarak verilen bir haktır.

Bu tür bir tahliye, hükümlünün cezaevinden çıkmasına izin verirken, belirli bir süre boyunca bazı şartlara uymasını gerektirir. Bu şartlar, genellikle belirli bir süre boyunca işlenen suçun tekrarlanmamasını, belirli yerlere gitmemesini, belirli kişilerle iletişim kurmamasını veya belirli programlara katılmayı içerebilir.

-Denetimli serbestlik; Ceza hukukumuzda alternatif bir infaz sistemidir. Şüpheli, sanık veya hükümlüler için hapsin alternatifi olan bu sistemde; kişi şarta bağlı olarak serbest bırakılmakta ve kendisine bir takım yükümlülükler getirilmektedir.

-Hapis cezasının ertelenmesi; Türk Ceza Kanunu’nun 51. Maddesinde düzenlenmiştir. Hapis cezasının ertelenmesi, failin işlediği suç sebebiyle mahkum edildiği hapis cezasının belirli şartlar altında infaz kurumu dışında infaz edilmesini sağlayan müessesedir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması; Sanığa verilen ceza, 2 yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise, gerekli olan koşulların varlığı halinde verilecek hükmün açıklanmasının 5 yıl süreyle geriye bırakılmasıdır.

Hapis Cezasının Adli Para Cezasına Çevrilmesi; Kasten işlenen suçlarda (örn, kasten yaralama, hırsızlık, basit dolandırıcılık gibi) mahkemenin hükmettiği hapis cezası 1 yıl veya daha az süreli ise, hapis cezası adli para cezasına çevrilebilir. Olası veya doğrudan kastla işlenip de 1 yıl veya daha az süreli tüm hapis cezaları takdiren adli para cezasına çevrilebilir.

İnfazın ertelenmesi; işlediği bir suçtan dolayı hapis cezasına çarptırılmış kimsenin cezasını çekmesinin belli bir müddet sonraya bırakılmasına denir. Kasten işlenen suçlarda üç yıl, taksirle işlenen suçlarda ise beş yıl veya daha az süreli hapis cezalarının infazında, hükümlünün ilam adresine “Çağrı Kağıdı” çıkarılır. Hakkında çağrı kağıdı çıkartılan ve tebliğden itibaren 10 günlük süre içerisinde infaz savcılığına gelerek teslim olan hükümlünün meşru bir mazereti varsa, 6411 Sayılı Kanun’la değişik 5275 sayılı CCTIHK’nın 17/1-2 maddeleri gereğince, 1 yıl infazı erteletebilir.

                Yukarıda bahsettiklerimiz başta olmak üzere bunun gibi müesseseler Ceza Kanunları’nda düzenlenen suçlara karşılık gelen cezaların uygulanmasındaki en büyük engeldir. Bunların bir kısmı hükmün verilmesine engelken bir kısmı ise verilen hükmün uygulanmasının önüne geçmektedir. Hal böyle olunca verilen cezanın uygulanabilirliği çok kısıtlı şekilde olmaktadır. Dolayısıyla da ceza hukukunun temel ilkelerinden olan caydırıcılık unsuru, yerini kural tanımazlığa bırakmaktadır. Zira kişileri suç işlemekten alıkoyan temel etken, suçu işledikten sonra karşılaşacakları yaptırımlardır. Bu yaptırımla karşılaşmayacağını düşünen kişinin suç işlemek için önünde engel kalmamaktadır.

Sonuç olarak suçluya vereceğimiz cezanın ağırlığından ziyade mutlaklığı önem kazanmaktadır. Cezanın mutlaklığının, insan ruhu üstünde daha kuvvetli bir etki ve korku yarattığını söylemek mümkündür.  Yani kişiye daha ağır bir ceza verip uygulamamaktansa daha hafif bir cezanın mutlak şekilde uygulanması infaz hukukunun amacına daha uygun düşmektedir.  Kaldı ki cezaların ağırlığı caydırmada etkili olsaydı ölüm cezasının uygulandığı ülkelerde o suçlar işlenmezdi. Cezaların, suçu işleyen herkese, mutlak surette uygulanması, suç işlemiş faillerin cezadan kaçabilme ihtimallerinin neredeyse olmaması, caydırıcı bir etki ortaya koymaktadır. Yapılan birçok araştırma da bu etkiyi doğrulamaktadır.

CEZA HUKUKUNA DAİR BİR TAKIM ELEŞTİREL MÜLAHAZALAR

Son günlerde yine yeniden Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen cezaların ağırlığı ve caydırıcılığı sorgulanmaya başlamıştır. Özellikle sosyal medyada gündem olan olaylar neticesinde verilen veya verilmeyen cezalar vatandaşlar için tatmin edici olmayıp ceza kanunlarının caydırıcılığını sorgulatmaktadır.

Suç teşkil eden bir haksızlığın varlığından söz edilebilmesi ve dolayısıyla bir kişi hakkında işlemiş olduğu bu haksızlıktan dolayı ceza hukuku yaptırımı uygulanabilmesi için gerekli şartların oluşup oluşmadığı ile ilgilenen ceza hukuku, kişilerin temel hak ve hürriyetlerini doğrudan etkileyen hukuk dalı olması sebebi ile çok hassas bir hukuk dalıdır.

                26/09/2004 tarihli Türk Ceza Kanunu ve 17/12/2004 tarihli Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile Ceza kanunlarımız da diğer batı iktisaplı kanunlarımız gibi Avrupai bir şekle bürünmüştür. Eski Ceza kanunlarımıza nazaran daha modern bir yaklaşımla kaleme alınmasına rağmen yürürlüğe girdiği günden itibaren eleştirilerin odağı olmaktan da kurtulamamıştır.

                Toplumun birçoğunun yanlış bildiği bir durum ise Ceza kanunlarımızın suça karşı cezalarının yetersiz olmasıdır. Böyle sanmaları için de birçok haklı sebepleri ve şahit oldukları olaylar da yok değildir. Zira alenen işlenen suçlarda sanığın ceza almaması, soruşturmaya dahi konu olmaması ve yahut topluma mal olmuş bir davada verilen cezaların toplum nazarında tatmin edici olmaması bu yanlış anlaşılmaların en temel örnekleridir. Sanılanın aksine ceza kanunlarımız, diğer ülkelerin ceza kanunlarına göre yaptırım açısından en ağır ceza kanunlarından birisidir. Örneğin Ceza kanunlarımızın esinlendiği Alman Ceza Kanununun 212. Maddesinde, kasten öldürmenin temel şekli için asgari beş yıllık hapis cezası öngörmekte, belirli durumlarda ve çok ağır hâllerde müebbet hapis cezasına hükmedilebilmektedir. Türk Ceza Kanunumuzun 81.maddesinde düzenlenen kasten öldürmenin cezası ise müebbet hapis cezasıdır. Kasten yaralama suçuna bakacak olursak da durum pek de farklı değildir. İtalyan Ceza Kanunu 581. Maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçunun cezası altı aya kadar hapis veya 309 Euro’ya kadar para cezası olarak düzenlenmiştir. Türk Ceza Kanunumuzda ise bu suçun cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası olarak düzenlenmiştir. Bu örnekler çoğaltılabilmekle birlikte sonuç değişmemektedir. Ceza Kanunlarımız birçok Avrupa ülkesi ceza kanunlarına göre daha ağırdır. Ancak buna rağmen nüfus/suç işlenme oranına göre Türkiye, birçok Avrupa ülkesine göre daha üst sıralardadır.

Bir başka konu ise geçmişte ülkemizde de uygulanan ve zaman zaman da gündeme gelen idam cezasıdır. Uygulandığı dönemde ülkemizde ve diğer devletlerde suçu önlemede beklenen fayda görülmemiştir. İdam cezası mevcut olsa bile, bu suçların işlenmeye devam ettiği, dolayısıyla ölüm cezasının caydırıcı bir fonksiyonunun olmadığı da ortadadır. Hatta yapılan araştırmalara göre hapis cezalarının ölüm cezalarından daha caydırıcı olduğu ortaya konulmuştur. İtalyan Hukukçu Beccaria bu durumu şöyle açıklamaktadır ; “Bir caninin öldürülmesinin dehşet verici ama geçici görünüşünden çok, özgürlükten yoksun bir insanın uzun ve acılı durumunun örnek olması, suçlara karşı çok güçlü bir dizgindir.”

Gerçekten de yapılan araştırmalar neticesinde insan hafızası, anlık ve şiddetli olayları kısa sürede unutabilmektedir. Fakat, daha zayıf ama devamlı acılar karşısında savunmasızdır ve bunları daha zor unutmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’de caydırıcılığı artırmak için ölüm cezasının tartışılması da yararsızdır.

Sonuç olarak cezaların ağırlığından ziyade bu cezaların uygulanabilirliği yani caydırıcılığı kişilerin suç işlemelerini engellemede daha etkili argümanlardır. Başka bir anlatımla uygulanmayan ceza, ceza değildir. Asıl mesele bu yaptırımları fiiliyata geçirip uygulayabilmektir. Bunun da önündeki en büyük engel ceza muhakemesi hukuku ve infaz hukuku sistemimizdir.

                13/12/2004 tarihinde yürürlüğe giren Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, kısaca İnfaz Kanunu, hukukumuza kattığı bir çok yeni müessese ile Ceza kanunlarında suç karşılığı öngörülen müeyyideleri neredeyse uygulanamaz hale getirmiştir. Öyle ki şuan suç işleyen birisi ağır bir suç işlemediği müddetçe cezaevine girmesi, girmemesinden daha zor hale gelmiştir. Bu müesseselerden bazıları şunlardır;

- Koşullu salıverme; Bir hükümlünün cezasının bir kısmını hapiste geçirdikten sonra belirli şartlara bağlı olarak erken tahliye edilmesi sürecidir. Bu, hükümlünün iyi hali, davranışı ve hapishanedeki performansına bağlı olarak verilen bir haktır.

Bu tür bir tahliye, hükümlünün cezaevinden çıkmasına izin verirken, belirli bir süre boyunca bazı şartlara uymasını gerektirir. Bu şartlar, genellikle belirli bir süre boyunca işlenen suçun tekrarlanmamasını, belirli yerlere gitmemesini, belirli kişilerle iletişim kurmamasını veya belirli programlara katılmayı içerebilir.

-Denetimli serbestlik; Ceza hukukumuzda alternatif bir infaz sistemidir. Şüpheli, sanık veya hükümlüler için hapsin alternatifi olan bu sistemde; kişi şarta bağlı olarak serbest bırakılmakta ve kendisine bir takım yükümlülükler getirilmektedir.

-Hapis cezasının ertelenmesi; Türk Ceza Kanunu’nun 51. Maddesinde düzenlenmiştir. Hapis cezasının ertelenmesi, failin işlediği suç sebebiyle mahkum edildiği hapis cezasının belirli şartlar altında infaz kurumu dışında infaz edilmesini sağlayan müessesedir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması; Sanığa verilen ceza, 2 yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise, gerekli olan koşulların varlığı halinde verilecek hükmün açıklanmasının 5 yıl süreyle geriye bırakılmasıdır.

Hapis Cezasının Adli Para Cezasına Çevrilmesi; Kasten işlenen suçlarda (örn, kasten yaralama, hırsızlık, basit dolandırıcılık gibi) mahkemenin hükmettiği hapis cezası 1 yıl veya daha az süreli ise, hapis cezası adli para cezasına çevrilebilir. Olası veya doğrudan kastla işlenip de 1 yıl veya daha az süreli tüm hapis cezaları takdiren adli para cezasına çevrilebilir.

İnfazın ertelenmesi; işlediği bir suçtan dolayı hapis cezasına çarptırılmış kimsenin cezasını çekmesinin belli bir müddet sonraya bırakılmasına denir. Kasten işlenen suçlarda üç yıl, taksirle işlenen suçlarda ise beş yıl veya daha az süreli hapis cezalarının infazında, hükümlünün ilam adresine “Çağrı Kağıdı” çıkarılır. Hakkında çağrı kağıdı çıkartılan ve tebliğden itibaren 10 günlük süre içerisinde infaz savcılığına gelerek teslim olan hükümlünün meşru bir mazereti varsa, 6411 Sayılı Kanun’la değişik 5275 sayılı CCTIHK’nın 17/1-2 maddeleri gereğince, 1 yıl infazı erteletebilir.

                Yukarıda bahsettiklerimiz başta olmak üzere bunun gibi müesseseler Ceza Kanunları’nda düzenlenen suçlara karşılık gelen cezaların uygulanmasındaki en büyük engeldir. Bunların bir kısmı hükmün verilmesine engelken bir kısmı ise verilen hükmün uygulanmasının önüne geçmektedir. Hal böyle olunca verilen cezanın uygulanabilirliği çok kısıtlı şekilde olmaktadır. Dolayısıyla da ceza hukukunun temel ilkelerinden olan caydırıcılık unsuru, yerini kural tanımazlığa bırakmaktadır. Zira kişileri suç işlemekten alıkoyan temel etken, suçu işledikten sonra karşılaşacakları yaptırımlardır. Bu yaptırımla karşılaşmayacağını düşünen kişinin suç işlemek için önünde engel kalmamaktadır.

Sonuç olarak suçluya vereceğimiz cezanın ağırlığından ziyade mutlaklığı önem kazanmaktadır. Cezanın mutlaklığının, insan ruhu üstünde daha kuvvetli bir etki ve korku yarattığını söylemek mümkündür.  Yani kişiye daha ağır bir ceza verip uygulamamaktansa daha hafif bir cezanın mutlak şekilde uygulanması infaz hukukunun amacına daha uygun düşmektedir.  Kaldı ki cezaların ağırlığı caydırmada etkili olsaydı ölüm cezasının uygulandığı ülkelerde o suçlar işlenmezdi. Cezaların, suçu işleyen herkese, mutlak surette uygulanması, suç işlemiş faillerin cezadan kaçabilme ihtimallerinin neredeyse olmaması, caydırıcı bir etki ortaya koymaktadır. Yapılan birçok araştırma da bu etkiyi doğrulamaktadır.