Son yıllarda dünyanın dört bir yanında yaşanan sel felaketleri, orman yangınları ve kuraklıklar artık doğanın değil, insanın sesiyle yankılanıyor. Peki, iklim değişikliğinden herkes eşit mi etkileniyor? Daha da önemlisi, herkes bu değişimin sorumluluğunu eşit mi taşıyor?
Tam da bu noktada karşımıza çıkan kavram: İklim Adaleti. Bu terim, çevresel sorunların sadece doğayla değil, ekonomik eşitsizlikle, sosyal haklarla ve tarihsel sorumluluklarla da ilgili olduğunu savunuyor. Ve evet, bu sorunun tam ortasında zengin ülkelerin rolü oldukça büyük.
İklim Değişikliği Herkesi Eşit Etkilemiyor
Dünya genelinde sera gazı emisyonlarının büyük bölümü sanayileşmiş ülkeler tarafından üretilmiş olsa da, en ağır sonuçlarını bugün düşük gelirli ülkeler yaşıyor. Yani en az kirletenler, en çok zarar görenler. Bu da hem çevresel hem de insani açıdan adaletsizlik yaratıyor.
Tarihsel Sorumluluk Zengin Ülkelerde
Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosfere salınan karbonun büyük kısmı ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerden geldi. Bu da onların iklim krizindeki “birinci el sorumluluğunu” ortaya koyuyor. Bugün gelişmekte olan ülkeler hâlâ bu tarihsel yükün sonuçlarını yaşıyor.
Kaynaklar Var Ama Paylaşım Adil Değil
İklim krizine karşı mücadelede ihtiyaç duyulan yeşil enerji yatırımları, teknoloji dönüşümü ve adaptasyon politikaları, güçlü finansal kaynaklar gerektiriyor. Ancak bu kaynaklara erişim, çoğu zaman sadece gelişmiş ülkelerin ayrıcalığı oluyor. Geri kalanlar ise hayatta kalma mücadelesi veriyor.
İklim Göçmenleri Yükseliyor, Çözüm Bekleniyor
Kuraklık nedeniyle toprağını terk eden çiftçiler, selde evini kaybeden aileler... İklim değişikliği artık insanların göç etmesine neden oluyor. Ancak uluslararası hukuk hâlâ bu insanları “iklim mültecisi” olarak tanımıyor. Bu da küresel adaletsizliğin başka bir yüzü.
Adalet, Paylaşım ve Sorumlulukla Sağlanır
İklim adaleti; sadece karbon salımını düşürmekle değil, aynı zamanda geçmişin yükünü kabul etmekle, mevcut kaynakları adilce paylaşmakla ve geleceği birlikte şekillendirmekle mümkündür. Gelişmiş ülkelerin, sadece kendi sınırları içinde değil; dünya genelinde çözümün parçası olmaları gerekir.
Bu, bir vicdan meselesidir. Sıcak havalarda klimayı açanlar ile aynı sıcaklıktan dolayı tarım ürünü kuruyan köylüler arasında sessiz ama derin bir uçurum oluşuyor. Bu uçurum, sadece teknolojiyle değil; eşitlik, empati ve sorumlulukla kapanabilir.