Tor Vergata Üniversitesi ile aynı üniversiteye bağlı poliklinik tarafından yürütülen bu çalışma, kalp krizi riski taşıyan bireylerin kanında ortak bir genetik belirtecin bulunduğunu ortaya koydu. Keşfedilen bu genetik varyasyonun, erken teşhis ve müdahale açısından büyük bir potansiyel taşıdığı belirtiliyor.
Uzmanlara göre söz konusu genetik işaret, kalp krizi geçirmemiş ancak ciddi risk taşıyan hastaları önceden tespit etmeye olanak sağlayacak. Bu da ileride binlerce insanın hayatının kurtarılabileceği anlamına geliyor. Araştırma, farklı evrelerdeki kalp hastalarının genetik profillerinin karşılaştırılmasıyla yapıldı ve bu profil analizlerinde dikkat çekici ortaklıklar saptandı. Özellikle bazı moleküler varyantların, ileride kalp krizi yaşama riskiyle doğrudan bağlantılı olduğu gözlendi.
Tüm Dikkatler Bu Molekülde
Tor Vergata Üniversitesi Rektörü Prof. Giuseppe Novelli, bulunan genetik belirtecin, bugüne kadar tespit edilen kalp krizi risk göstergeleri arasında en değerlisi olabileceğini ifade etti. Novelli’ye göre bu biyolojik iz sayesinde, kriz geçirme ihtimali yüksek bireyler henüz semptom göstermeden önce belirlenebilecek. Bu da hem tanı süreçlerini kolaylaştıracak hem de tedavi planlamasını erkene çekerek hayati avantajlar sağlayacak.
Risk Haritaları Yeniden Yazılabilir
Bilim insanları, elde edilen verilerin sadece bir erken teşhis aracı değil, aynı zamanda hedefe yönelik tedavi politikaları için de yeni bir dönem başlatacağını öngörüyor. Söz konusu belirteç, gelecekte kişiye özel tedavi planlarının şekillendirilmesinde ve acil müdahale süreçlerinin yeniden yapılandırılmasında önemli rol oynayabilir. Özellikle acil servislerde hastaların önceliklendirilmesi gibi hayati kararlar, bu tür moleküler verilere dayalı olarak daha isabetli şekilde verilebilecek.
Genetik Bilgi Tek Başına Yeterli Değil
Araştırmada dikkat çekilen bir diğer önemli nokta ise, genetik faktörlerin yanı sıra yaşam tarzı ve çevresel etkenlerin de kalp sağlığı üzerindeki etkisi. Bilim insanları, genetik yatkınlığın kalp hastalıklarında temel belirleyicilerden biri olduğunu kabul etmekle birlikte, sağlıksız beslenme, stres ve hareketsiz yaşam gibi dış faktörlerin riski artırdığını da vurguluyor. Bu yüzden genetik tarama kadar, kişisel alışkanlıkların da gözden geçirilmesi gerektiği belirtiliyor.
Kritik Yaş Eşiklerine Dikkat Çekiliyor
Yeni çalışmayla birlikte, Stanford Üniversitesi tarafından daha önce yayımlanan bir başka araştırma da yeniden gündeme geldi. Bu çalışmada, insan vücudunun biyolojik yapısında 44 ve 60 yaş civarında ciddi değişikliklerin yaşandığı, kalp damar sisteminin de bu dönemlerde daha kırılgan hale geldiği saptanmıştı. Yeni genetik belirtecin bu dönemlerdeki risk artışıyla da örtüştüğü düşünülüyor.
Bu gelişme, kalp sağlığının korunmasında bilimsel bilginin ve önleyici tıbbın ne denli önemli hale geldiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Araştırmacılar, bu genetik belirtecin klinik taramalara entegre edilmesiyle, gelecekte kalp krizine karşı çok daha hazırlıklı olunabileceği görüşünde.