ABD’nin İran topraklarındaki nükleer altyapıya karşı düzenlediği hava saldırıları, küresel güvenlik mimarisinde derin sarsıntı yarattı. Foreign Affairs dergisi tarafından organize edilen kapalı bir panelde bir araya gelen ABD’li diplomatlar ve CIA yetkilileri, bu adımın olası sonuçlarını değerlendirdi. Uzmanlar, İran’ın bu saldırıları gerekçe göstererek nükleer programını hızlandırabileceğini düşünüyor. Özellikle dini lider Ali Hamaney’in hayatını kaybetmesi durumunda, ülkenin nükleer eşiği geçerek açık silahlanmaya yönelme ihtimali üzerinde duruluyor. İsrail’in tek taraflı saldırılarının ise etkisiz kaldığı ve tersine, İran’da daha sert politikaların önünü açtığı ifade ediliyor.
Askeri müdahale caydırmıyor, aksine hızlandırıyor
CIA analizlerine göre İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokları, coğrafi olarak üç ayrı noktada muhafaza ediliyor ve bunların çoğu yer altı tesislerde gizli tutuluyor. İsrail’in ve ABD’nin düzenlediği saldırılar kısa vadede belirli tesisleri hedef alsa da, bu operasyonların İran’ın stratejik kapasitesini ortadan kaldırmaya yetmeyeceği belirtiliyor. Uzmanlar, saldırıların Tahran yönetimini nükleer müzakerelerden tamamen koparıp silahlanmayı meşrulaştırmaya itebileceği uyarısında bulunuyor. Ayrıca askeri caydırıcılığın sınırlı kalması halinde, İran’ın “geri dönülmez” olarak tanımlanan nükleer kararı alma ihtimali ciddi şekilde gündeme geliyor.
Hamaney sonrası dönem: Nükleer kırılma mı?
Panelde yapılan değerlendirmelerde dikkat çeken bir diğer senaryo ise Ali Hamaney sonrası dönem oldu. CIA uzmanları, dini liderin bir suikast ya da doğal yolla hayatını kaybetmesi durumunda İran’ın daha radikal bir çizgiye kayabileceğini vurguladı. Eski CIA analisti Kenneth Pollack’a göre, İran’da nükleer silah yapımına yetecek düzeyde, yüzde 90 oranında zenginleştirilmiş uranyum stoğu zaten mevcut. Pollack ayrıca, gizli ve yer altına taşınmış yeni tesislerin devreye alınabileceğini, İran’ın bu süreçte nükleer hamlelerini tamamen gözlerden uzak yürütmeye yönelebileceğini belirtti. 1981’de İsrail’in Irak’taki Osirak reaktörüne düzenlediği saldırı sonrası Saddam Hüseyin’in nükleer programını hızlandırması, bu senaryo için tarihsel bir örnek olarak gösteriliyor.
Toplumsal öfke büyüyor
Sadece İran değil, bölgedeki kamuoyları da yaşanan gelişmelere tepki gösteriyor. ABD’li diplomatlar, İsrail’in yürüttüğü operasyonların Orta Doğu ve Kuzey Afrika genelinde büyük bir halk öfkesine neden olduğunu aktarıyor. İran’a yapılan saldırının hemen ardından, 110 farklı şehirde eş zamanlı protestolar düzenlendi. Ürdün, İsrail büyükelçisini sınır dışı ederken; Mısır, ABD ve İsrail’in Gazze planını reddederek Arap Ligi destekli alternatif bir çözüm önerdi. Tunus ve Libya'dan Gazze’ye yardım konvoyları gönderildi; Suudi Arabistan ise 2025 yılı Şubat ayında yaptığı açıklamayla bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmadığını ilan etti.
İsrail bölgede yalnız kalıyor
Diplomatik raporlar, İsrail’in bölgedeki destek zeminini hızla kaybettiğini gösteriyor. 2022 yılına kıyasla 2025’te İsrail’e yönelik kamuoyu desteğinde büyük düşüşler yaşandığı kaydediliyor. Fas’ta İsrail’le normalleşmeyi destekleyenlerin oranı 2022’de yüzde 31 iken 2025’te yüzde 13’e geriledi. Ürdün’de ABD’ye olumlu yaklaşanların oranı aynı yıllar arasında yüzde 45’ten yüzde 22’ye düştü. Tunus’ta İsrail’e dair olumlu görüş bildirenlerin oranı yalnızca yüzde 3’te kaldı. Kuveyt’te ise halkın yüzde 84’ü İsrail bağlantılı şirketleri boykot ettiğini, yüzde 62’si Gazze’ye doğrudan bağış yaptığını beyan etti.
Savaş sonrası tablo: Desteksiz İsrail
Diplomatlara göre bölgesel savaşın ardından, İsrail Batı’dan aldığı desteği korusa da komşularıyla olan ilişkilerinde keskin bir yalnızlaşma sürecine girebilir. Ortadoğu’da şekillenen yeni jeopolitik düzen, Tel Aviv yönetimi için daha izole bir dönemi işaret ediyor. ABD’li uzmanlara göre İsrail’in bu yalnızlığı, hem askeri hem de siyasi sonuçlar doğuracak. Ayrıca bölgedeki halk desteğini yitiren İsrail’in daha kırılgan bir güvenlik ortamında hareket etmek zorunda kalacağı öngörülüyor. Gelişmeler, savaş sonrası sadece askeri değil, diplomatik dengelerin de kalıcı biçimde değişeceğini gösteriyor.