Prof. Dr. Gül, 10 Aralık İnsan Hakları Günü sebebiyle Gazeteciler Cemiyeti’nde basın açıklaması yaptı. Gül konuşmasında ilk olarak insan haklarının tanımını ve günümüzde tuttuğu yeri anlattı. Gül, basın açıklamasında, “İnsan haklarının dilimizden düşmediği veya düşürülmediği bir ortamda insan hakları gününün ve haftasının yaşanacak olduğu şu günlerde daha işe yarar daha pragmatik söylemler ve uygulamalar hayata geçirmemiz gerekiyor” diyerek sözlerine şöyle devam etti; “İnsan hakları ihlallerinden hareket ederek daha farklı bir biçimde nasıl ele alınabileceğine ilişkin bazı şeyler ifade edebiliriz. İnsan haklarının özünde insan onuru kavramı ve olgusu var. Dini bir söylemde olan ‘eşref-i mahlukat’ yani yaratılmışların en şereflisi olmak itibariyle insana verilmiş bir vasıf insan onurunu karşılayan bir ifadededir. İnsanın sırf insan olarak doğmuş olmak hasebiyle doğuştan sahip olduğu hak ve hürriyetler anlaşılmalı. Devredilmez, vazgeçilmez… Hiçbir dini, rengi, ırkı herhangi bir ayırt edici özellik öne çıkarılmaksızın insanın sırf insan olduğu için doğuştan sahip olduğu ve otoriteler iktidarlar ve kamu gücü tarafından bahşedilen değil doğuştan getirdiği hak ve hürriyetler manzumesi olarak anlıyoruz insan haklarını.”
ÇÖZÜM NOKTASINDA ADIM ATILMIYOR
Her yıl insan hakları etkinlikleri çerçevesinde probleme atıf yapıldığından ama çözüm noktasında çok fazla belki adımlar atılmadığından yakınan Prof. Dr. Gül şunları söyledi: “Bu konunun her zaman diri tutulması her zaman diken üstündeymişiz havasıyla canlı tutulmasında büyük fayda var. yaşama hakkı garantiye güvenceye alınmadan bir seyahat özgürlüğünün, toplantı, gösteri özgürlüğünün, basın özgürlüğünün hayat hakkıyla mukayesede ikinci üçüncü derecede olduğunu herkes teslim eder.
BM, ARTIK SURİYE'DEKİ KATLİAMIN İSTATİSTİĞİNİ TUTMUYOR
İbretle görüyoruz son beş yıl içerisinde komşumuz olan bir ülkedeki katliamları görünce hayat hakkının oradaki insanlar için ne kadar yerlere düştüğünü ne kadar anlamsız olduğunu hatta bu yılı başıydı veya geçen yılın sonuydu sanırım Birleşmiş Milletler’den bir birimin artık Suriye’deki insan hakları ihlallerinin hatta yaşama hakkı elinden alınmış katledilmiş kişilerin istatistiğinin dahi tutulmaktan vazgeçildiği bir Dünya’dayken biz kalkıp 10 aralık 1948 tarihinde ilan edilmiş insanlığa adeta hediye edilmiş gözüyle baktığımız İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin bir de o beyannameyi ilan eden Birleşmiş Milletler’in artık ilgili birimini bir ülkedeki insan katliamlarının artık istatistiğini bile tutmaktan vazgeçtik,yapmıyoruz diye itirafta bulunması heralde fevkalade üzücü ve acınacak durumda olduğumuzu göstermeye yeter. Oradakiler şu kadarı kadındı, şu kadarı çocuktu, demekten bile ilgili birim vardı elini çekmiş durumda. Bir başka yerde onları küçümsemek için ifade etmiyoruz yani karaya vuran bir balinanın, bir yunusun insan dışındaki bir hayvanın hayat hakkı veya bir mağduriyete uğraması işkenceye maruz kalması karşısında ne kadar feveran ediyor bazı kesimler yine etmemiz lazım. Ona gösterdiğimiz hassasiyetin kat kat fazlasını yeni kendi ülkemiz şart değil dinimizden, kendi ırkımızdan olması da şart değil sırf insan olmak hasebiyle hangi coğrafyada hangi dil din ırk mekanında olursa olsun bir mağduriyet hissediyorsak elimizden geldiği kadar dilimizin döndüğü kadar oradaki insan haklarına sahip çıkmalıyız.”
İNSAN HAKLARI ANAYASALARLA DESTEKLENMELİ
İnsan haklarının anayasalarla desteklenmesi gerektiğini savunan Gül, “Devletlerin iktidar alanıyla kişilerin özgürlük alanı her zaman beraber gitmiyor. Özgürlükler alanı genişletilmeye çalışıldığında bunun karşılığında iktidar alanı daralacaktır. Anayasal geçmişimizde de 21, 24, 61, 82 anayasalarında gördüğümüz üzere özellikle 61 anayasasında özgürlükler rejiminin biraz daha geniş tutulduğunu iktidar alanının nispeten daha daraltıldığını ve 82 anayasasında 61’e duyulan tepkinin o dönemde yaşanan belki bazı olumsuz uygulama ve örneklere karşı duyulan tepkinin sonucu olarak da hak ve özgürlükler alanının iktidar karşısında biraz daha daraltıldığını ikincil pozisyona indirildiğini görüyoruz. 87, 95, 99, 2001 özellikle ve yakın zamanda 2010 anayasa değişiklikleriyle hak ve özgürlükler alanında ciddi revizyonlar yapıldığını görebiliyoruz. Yeni anayasa çalışmalarının her ne karda dört partinin uzlaşarak bir çalışmaya başlama seyri içerisine girmesi belli maddelerde uzlaşılması oy birliğiyle 62 madde üzerinde uzlaşma faaliyeti gösterilmesi ama devamının gelmemesi maalesef orda kalması bu yeni seçimleri müteakip süreçte tekrardan bu ülkenin yeni sivil çağdaş demokratik ve katılımcı bir özgürlükçü bir anayasaya duyulan ihtiyacını daha da ötelemememiz gerekir. Partiler kendi aralarında değişik duruş sergileyebilir ama bu parti meselesi değildir” diye konuştu.
Bir gazetecinin sorusu üzerine Gül, en çok insan hakları ihlalinin yargılama alanlarında olduğunu belirterek şöyle devam etti: “Uzun tutuklama süreleri adil yargılanma hakkına aykırıdır. İçeride kaldığı süreyi hiçbir şekilde telafi etmek mümkün değildir. Yakın tarihte gördük bazı davalardaki kumpas iddialarından dolayı kişilerin askeriye beraatine hükmedilmesi ve bunların içeride 3 yıl 5 yıl neyse haksız yere tutukluluk üzerine bulundurulması kişi başı sanırım 1 milyon 250 binler 1 milyon. Geriye kalan mağdur insanları değerlendirecek olursak 300 binleri bulan rakamlar ve toplamda 300 milyon liraları geçecek bir devlet bütçesine bir zararın söz konusu olduğunu görebiliyoruz."
Son yapılan yargılama süreçlerinde davalıların açtıkları tazminat davalarını hatırlatan Gül, “Özgürlüğü satın alabilir misiniz?” diye sordu. Gül ayrıca, tutuksuz yargılanmak varken kusura bakmayın özür dileriz yanlışlık olmuş demenin uygun olmadığını belirterek sözlerini noktaladı.
Dünya İnsan Hakları Haftası 10 Aralık günü Valilik bünyesinde bir konferans ile kutlanacak.