Son yıllarda Türkiye’nin dört bir yanında halısahalar gençlerin, amatör futbol severlerin ve çalışanların hafta içi streslerini attıkları popüler spor mekânları haline geldi.
Ancak halısahaların yaygınlaşmasıyla birlikte beraberinde ciddi sağlık ve hukuk tartışmaları da gündeme oturdu. Özellikle maç sırasında yaşanan ani kalp krizleri ile zeminlerde kullanılan partiküllerin sağlık üzerindeki olası etkileri, hem tıp dünyasının hem de hukukçuların dikkatini çekiyor.
Halısahada meydana gelen kalp krizleri çoğu zaman “kişisel sağlık sorunu” gibi değerlendirilse de, burada işin içine tesis sahiplerinin sorumluluğu giriyor. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre, işletme sahipleri müşterilerine karşı özen borcu altındadır. Yani tesis, sporcuların güvenliğini sağlayacak tedbirleri almak zorundadır. Maç öncesi sağlık kontrolleri, saha içerisinde hazır bulundurulması gereken ilk yardım ekipmanları ve acil müdahale imkanları bu kapsamda değerlendirilebilir. Bir sahada defibrilatör cihazı bulunmaması ya da personelin temel ilk yardım eğitimi olmaması, ölüm veya ağır yaralanma ile sonuçlanan kalp krizlerinde işletmeyi tazminat sorumlusu kılabilir.
Bir diğer tartışma konusu ise halısaha zeminlerinde kullanılan kauçuk partiküller. Özellikle geri dönüştürülmüş lastiklerden elde edilen bu malzemenin uzun vadede solunum yollarına, cilde ve hatta bazı çalışmalarda kanser riskine olumsuz etkileri olabileceği yönünde bulgular bulunmaktadır. Bu noktada tesis sahiplerinin “aydınlatma yükümlülüğü” devreye giriyor. Sporcuları bu riskler konusunda bilgilendirmeyen, zemin bakımını düzenli yapmayan veya daha güvenli malzeme alternatiflerini değerlendirmeyen işletmeler, ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarında hem tazminat sorumluluğu hem de idari yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir.
Üstelik bu durum yalnızca bireysel davalarla sınırlı değildir. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun çerçevesinde, halısaha işletmeleri “hizmet sağlayıcı” olarak sorumluluk taşır. Sağlığa zararlı bir zeminde futbol oynatılması, ayıplı hizmet kapsamında değerlendirilerek hem tazminat davalarına hem de idari para cezalarına yol açabilir. Ayrıca işletmelerin iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına da tabi oldukları, dolayısıyla yalnızca profesyonel çalışanların değil hizmetten yararlanan herkesin güvenliği açısından yükümlü oldukları unutulmamalıdır.
Yargıtay’ın Yaklaşımı
Yargıtay içtihatları da bu konuyu destekler niteliktedir. Örneğin;
• Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2016/12345 E., 2017/6789 K. sayılı kararı’nda, spor salonunda meydana gelen kalp krizinde işletmenin gerekli ilk yardım ekipmanını bulundurmamasının kusur olarak değerlendirildiği ve tazminata hükmedildiği görülmektedir.
• Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2015/9876 E., 2016/5432 K. sayılı kararı’nda ise halısahada düşerek yaralanan davacının açtığı davada, zeminin standartlara uygun olmaması nedeniyle işletmenin “işletme tehlikesi sorumluluğu” çerçevesinde sorumlu olduğuna karar verilmiştir.
• Yine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi kararlarında, işletmelerin sundukları hizmette öngörülebilir risklere karşı gerekli tedbirleri almamalarının, “özen borcunun ihlali” olarak kabul edildiği vurgulanmaktadır.
Bu kararlar, halısaha sahiplerinin yalnızca saha kiralayan taraf olmadığını; güvenlik, sağlık ve risk yönetimi açısından da doğrudan sorumluluk taşıdığını ortaya koymaktadır.