Aralarında KP, ÖDP, EHP, TKP 1920, HTKP gibi siyasi partiler, Devrimci Hareket, Red Dergisi, emek ve meslek örgütlerinden TTB Başkanı Beyazıt İlhan, TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, DİSK Sosyal İş Başkanı Metin Ebetürk ile CHP Milletvekilleri İlhan Cihaner, Hüseyin Aygün ve Gökhan Günaydın gibi isimlerin katkı koyduğu Birleşik Haziran Hareketi, Kayseri’de onlarca kişinin katılımıyla bir forum ve söyleşide bir araya geldi. KESK eski Genel Başkanı ve Birleşik Haziran Hareketi çağrıcılarından Kayserili İsmail Hakkı Tombul, söyleşide yaptığı konuşmada, Hareketin, AKP iktidarının toplumlar üzerinde yarattığı baskıcı ve zulüm dolu politikalar neticesinde ortaya çıktığına vurgu yaptı.
“AKP kendini solda görenlerin de onayını aldı!”
Forumda konuşan Tombul, “Birleşik Haziran Hareketi çağrıcılarından biriyim. Neden Birleşik Haziran Hareketi ve neden böylesi bir harekete ihtiyaç duyuldu? Farklı toplum kesimleri, örgütü-örgütsüz bilim insanları, siyasal çevreler neden böyle bir konuma ihtiyaç hissettik? Türkiye’de 12 yıldır bir anlayış AKP iktidarı var, başlangıçta AKP hepimizin bildiği politikaları üretti, bunların altını çizmekte yarar var. AKP ilk iktidar döneminde toplumun önemli kesimlerinden, liberallerinden, hatta zaman zaman kendisini solda sayan, hisseden kesimlerden de onay aldı. İşte mağdur edebiyatını oynadı, Türkiye’nin demokratikleşmeye başladığını, Türkiye demokratikleşme adımlarını attığını ya da hikayeleri üzerinden ciddi bir onay ve ilk dönemini onların da söylediği çıraklık dönemini geçirdiler. 2007’de ki dönemleriyle birlikte kalfalık dönemine geçtikleri andan itibaren de aslında kafalarının arkasında ya da kendi temsilcileri oldukları Uluslararası güçlerin ihtiyaçlarına uygun bir Türkiye için adımlar atmaya başladılar. Ona da kalfalık dönemi dediler. AKP’nin çıkış dönemini hatırlayacak olursak 28 Şubat dönemi, bizlere hep ülkedeki şeriat eğiliminin engellenmesi, radikal islamcı eğilimlerin engellenmesi diye sunuldu. Oysa 28 Şubat’ın bir özelliği vardı hepimiz hatırlıyoruz, Türkiye’de iktidar, rejim artık merkezi kaybetmişti, merkez kaç eğilimler ortaya çıkmıştı, sermayenin de ciddi anlamda para biriktirme sermaye biriktirme, kar etme krizi vardı. Onun içinde 80’li yılların başında bütün dünyada gündeme gelen küreselleşmeye Türkiye’nin hızla eklemlenmesi ABD karşıtı dinsel eğilimlerinde, dinsel akımlarında ABD emperyalizminin emrine sunulması gerekiyordu. Aslında 28 Şubat sonrası AKP’nin ortaya çıkışı, oynadığı rol ve taşeronu olduğu politikalar esas olarak buradan şekilleniyordu. İlk anda burada bunu topluma yedirirken, bir meşruiyet yaratmaya çalıştılar sonra adım adım bu gelişti. Yine 3. Dönemden itibaren de bu çok net biçimde ortaya çıkmaya başladı. Artık o dönem, İstanbul AKP İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun da söylediği gibi, ‘Biz eskiyi yıkarken yanımızda müttefiklerimiz vardı, artık eski bitti, yeniyi kurarken muhtemelen onlar yanımızda olmayacak ama biz yeniyi istediğimiz biçimde kuracağız’ dediler. Yani kendilerince bir rövanş, bir yeni kurma, yeni Türkiye tarif ettiler. Onların tarif ettiği yeni Türkiye’de ne vardı? Hepimizin canını yakan en önemli şeylerden birisi iktisadi alanda neoliberal politikalar işsizlik, yoksulluk, açlık, bütün kamu hizmetlerinin paralı hale gelmesi, eğitimin, sağlığın paralı hale gelmesi, asgari ücretin 800 liralarda kalması, milyonlarca insanın çalışıyor olması, güvencesiz olması yaşamın her alanında güvencesizlik hakim olmaya başladı.”şeklinde konuştu.
“Bizim kimsenin inancıyla sorunumuz yok!”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın insanları ve toplumları din üzerinden etkisi altına almasına karşı çıktıklarına vurgu yapan Tombul, " biz hiç kimsenin diniyle, dini inancıyla sorunsuzuz. Bu topraklarda herkes özgürce neye, nasıl inanıyorsa onu yaşaması, onu kendisiyle Allah arasında ilişki arasında sürdürmesini sağlıyoruz. Ta ki yanı başında ki bir kişinin inancını belirlemeye kalkmasın” dedi. Tombul sözlerini şöyle sürdürdü: “Yine önemli bir ayağı bu ideolojik saldırının toplumun dinselleştirilmesiydi. Bir yandan toplumun eğitim sistemini dinselleştirmeye başladılar. Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı belli değil çünkü her şey onda, devlet başkanı ya da padişah demek gerekir belki, sultanımızın buyurduğu gibi, kadınların nasıl doğum yapacağına, kaç çocuk yapacağına, nasıl giyineceğine, kimin hangi dersi okuyacağına, kimin nerede nasıl gezeceğine hazretleri karar vermeye başladı. Aslında yaşamın her alanının dini referanslara belirlemeye başladılar! Ne diyor? Bir konu gündeme getiriyor, siz tartışmaya başladığınızda,’Dinin emri, bunu nasıl tartışırsınız, bunu bilim adamlarına değil, ulemaya sorun’ diyor ve bitiyor. Toplumun bütün samimi dini duygularını da sömürmeye başladılar. Bu dediklerim yanlış anlaşılmasın, biz hiç kimsenin diniyle, dini inancıyla sorunsuzuz. Bu topraklarda herkes özgürce neye, nasıl inanıyorsa onu yaşaması, onu kendisiyle Allah arasında ilişki arasında sürdürmesini sağlıyoruz. Ta ki yanı başında ki bir kişinin inancını belirlemeye kalkmasın! Asıl kritik nokta bir egemen dinin ve mezhebin kendisi gibi olmayan herkesin hayatını belirlemeye başlamasıdır. Bizim itiraz ettiğimiz kısmı da budur. Eğitimde 4+4+4 diye bir sistem getirdiler, hepimizin bildiği konular, ne yapıldı? Zorunlu din dersleri yetmediği gibi Hz. Muhammed’in hayatı, Kuran dersi ya da başka dersler gündeme getirdiler. Yine bunların totalinde eğitim ticarileşti. Osmanlıca tartışmalarını önümüze koydu ve gelecek nesillerde ideolojik bir nesil yetiştirme telaşına giriştiler. Köylünün zeytin ağaçlarını kestiler, zeytini de yemeseniz de olur dediler, Tekel işçileri direndi tehdit edildiler. Bunlardan korkan AKP kim itiraz ediyorsa zorla cezaevlerine girdirme, sürgüne gönderme, görev yerini değiştirme, baskı ve zulümlerle insanlarını sindirmeye çalışıyorlardı.”
“Türkiye’de ilk kez Erdoğan’ın istediği bir şey yapılmamıştı”
Halkın büyük çoğunluğunun AKP iktidarının dayatmalarına karşı sokağa çıkmalarının umudu ülkede aşıladığını belirten Tombul, “Bizim Bu Türkiye’de tüm olanları ya kabullenmemiz, ya da nasıl olması gerektiğini ortaya koymamız gerekiyordu. Nasıl yapacaktık bunları? İşte tam bunları tartışırken, geçen yıl Haziran ayında bir başka şey yaşadık. Hepimizin belki de umudunu tekrar dirilten, tekrar hepimize umut aşılayan, hepimize mücadele alanı doğuran Gezi süreci yaşandı. İstanbul’da başlangıçta 3-5 ağaç meselesi diye başladı! Oysa o Gezi süreci bütün Türkiye’de milyonlarca insan sokağa çıktı, iktidarın kendi deyimiyle bir İl dışında bütün Türkiye’de sokağa çıkmalar başladı. Artık bu baskılar önlenemez biçimde sokağa çıkıyordu, sokakta itiraz ediliyordu ve bu itirazın gerekçelerini anlatmaya çalışıyorlardı. Aslında gezi süreci bizlere umut verdi ama iktidara korku saldı! AKP’ye neden korku saldığının iki nedeni vardı; birincisi son yollarda Türkiye’de ilk kez Tayyip Erdoğan’ın istediği bir şey yapılmadı! Taksim’e bir proje hazırlığındaydı, Osmanlıcada da söylediği gibi ‘İsteseniz de istemeseniz de öğreneceksiniz! Orada da isteseniz de istemeseniz de Topçu kışlasını yapacağız’ dedi. Halkta sokağa çıktı ve ‘Hadi yap bakalım’ dedi. Bu çok tehlikeli bir şeydi onlar için. Eğer halk bu anlamda kendi gücünün farkına varırsa ve sokakta mücadele etmeye başlarsa bundan sonra artık istedikleri şeyleri yapamazdı. İkincisi ise, gezide ki Devrim market diye adanı koymuşlar, oradaki hiçbir şeyin parasal karşılığı yoktu! Aslında oraya İstanbul’da bir hafta-10 gün de olsa komün hayatı yaşandı! Çocuklar oralardan alış veriş yapınca paranın geçmediğini görüp ebeveynlerine bu durumun tersliğinden bahsetmeye başladılar. Kimse kimseye ters gözle bakmadığı bir dünya yaşandı. Kem gözler yoktu oralarda, hırsızlık yok orada ve anlam veremiyorlar tabii ki tüm bu yaşananlara.” Diye konuştu.




