Yazı seven kadar kışın da seveni çok. Yağan kar, içilen sıcak bir kahveyi hevesle bekleyeni var.

Belki yeni yılın yaklaşmasının verdiği bir heyecanla, kat kat giyinerek sokağa çıkmanın, ayazı hissedince varolduğunu hatırlayan insanlar için kış gibisi yoktur.

İnsan dışarının soğuğunu görünce içerinin sıcaklığının kıymetini biliyor diye düşünürüm hep. Kar yağarken içilen bir salep, bir köy evinde yüzümüze vuran sobanın sıcağı.

Tabii herkes için aynı değil durum, soğuktan sonra sıcağa kavuşamayan insan için bu kadar pembe gözükmez her şey.

Kışın bu masalsı yanını konuşulurken, gerçekliğin gri yüzünü yaşayanlar var. Soğuğu romantize edebilmek, aslında bir ayrıcalığın sonucudur. Soğuktan eve döndüğünde sıcak bir yuvası, ayazın içine işlediği dışarıda çalışan için varolmayı hatırlatan bir durum değil belki zorlu bir hayatın sınavıdır. Belki de kışı gerçekten sevmek, o sıcak kahveyi yudumlarken dışarıdaki soğukla mücadele edenleri de unutmamanın verdiği o buruk sorumluluk duygusuyla mümkündür.

Yeni yılın yaklaşmasıyla kalplere dolan o tanıdık heyecan, dilerim ki sadece pencerelerin içindeki o pembe tabloyla sınırlı kalmaz. Umarım bu kış bize bir yandan içe dönmeyi bazen kıymet bilmeyi öğretirken, bir yandan da paylaşmanın ve ısıtmanın ne kadar hayati olduğunu hatırlatır.