Sosyal medyada bu sözlerle selamlamış bir arkadaşım takipçilerini. Ne güzel, ne anlamlı bir dilek değil mi?

Duyguyu, duyguluyu bir Sadri Alışık filmi gibi düşünebiliriz elbette.

“Benim hayatım hüzzama çalar hep, inceden hicaz bir girizgâh ile… ertesi hariçten gazeldir, hafiften bir kemani klarnet taksimiyle…”

Hayatın kıyısında kalmış çoğunluğun, ezilenlerin, aldatılanların kaderine razı teslimiyetinin daha da iç acıtıcı kıldığı, hor görülmüş âşıkların hüzünlü ama mağrur tiratları. Toplumsala şöyle bir, belli belirsiz, değip geçen duruşlar ve durumlar…

Duyguluyu bir Nazım şiiri gibi de düşünebiliriz. Toplumsaldan kişisele, hasretin yakıp kavurduğu bir yüreğin, gittiği yerdeki hayal kırıklığı ile harmanladığı bir toplumsal mücadele arzusu terennümü…

“Memleketim:

Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,

Kurşun kubbeler ve fabrika bacaları

Benim o kendi kendinden bile gizleyerek

Sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.”

Charlie Chaplin’in Büyük Diktatör filmindeki final konuşması da duyguludur tabi.

“Hayatın bize çizdiği yol özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz bu yolu yitirdik. Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı, hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve kanın içine sürükledi. Hızımızı arttırdık ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı yaptı; zekâmızı ise katı ve acımasız. Çok düşünüyoruz ama az hissediyoruz. Makineleşmeden çok insanlığa gereksinimimiz var. Zekâdan çok iyilik ve anlayışa gereksinimimiz var. Bu değerler olmasa hayat korkunç olur, her şeyimizi yitiririz.

… Beni işitenlere şunu söylemek istiyorum: “Kendinizi ümitsizliğe kaptırmayın.” Üstümüze çöken bela, vahşi bir hırsın, insanlığın gelişmesinden korkanların duyduğu acının bir sonucudur. İnsanlardaki bu nefret duygusu geçecektir, diktatörler ölecek ve halktan zorla aldıkları iktidar yine halkın eline geçecektir. İnsanlar ölmeyi bildikleri sürece özgürlük asla yok olmayacaktır.”

Yazık ki duyguludur, Hitlerin konuşmaları da…

Duygu tek başına ne anlamlı ne de yeterli.

Anahtar kavram ölçü gibi geliyor bana. Ölçüyü ölçebileceğimiz kıstas ise istikrar sanırım. Bütünün içinde beliriyor, tekrarıyla anlam ve ahenk veriyor…

Duygu kalbimizi ısıtırken ölçü güven vererek tamamlıyor yakınlığımızı. İyiye, güzele, doğruya ölçüyle varıyoruz. Ölçüden mahrum duygu hamasetin rüzgârlarında başka ve vahim iklimlere savurabiliyor…

Ölçünün tek başına yavanlık getireceği aşikâr, duyguyla yumuşatıp renklendirmeliyiz hayatı. Ama ölçüyü asla göz ardı etmeden.

Şiirle bitireyim sözlerimi, ölçülü ve duygulu. Necip Fazıl haklı, Evlerimizi yitirdiğimizde yitirdik kimliğimizi. Evim şiirindeki “Vuran kimse kalmadı bu davayı mihenge...” mısraı anlatıyor ölçmenin ve ölçünün önemini. Sadece komşuya değil şeyhe, lidere, maddeye, manaya hatta… “vasat bir ümmet kılınmış” olmanın idrakinde… Ve haykırıyor formülü: “Ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler”