Merhaba Sevgili Okur; bugün köşemde okuduğum Cesur Yeni Dünya kitabıyla ilgili izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım. Kemerlerinizi sıkı bağlayın. J
Kitabın konusu 26. Yüzyılın Londra’sında geçiyor. Başlamadan belirtmek istiyorum, kitabın bilim kurgu olduğuna itiraz etmem ama bana biraz kâbuslarla dolu bir dünya gibi geldi. Kitapta dünyanın tamamında totaliter bir rejim kurulmuş. Savaşlar ve hastalıklar yok edilmiş. Uygarlık alabildiğine istikrarlı bir şekilde hüküm sürüyor. Toplum alfa, beta, gama, delta ve epsilon şeklinde zekâ seviyesine göre sınıflandırılmış. Üretimi robot gibi olan insanın hayatı da bir robottan farksız durumda. Merkezde üretilen insanların yaşayacakları hayatlar önceden çiziliyor. Tabii böyle bir toplumda sanat, bilim ve kitaplarda yok. Oluşturulan toplumda herkes mutlu. Aslında insanların tamamı sahte bir mutluluk çukuruna gömülmüş durumda, ama bu sahte mutluluk insanlara öyle işlemiş ki hiçbiri farkında bile değil. Kendini kötü hissettiğinde ise devreye ‘soma’ adlı bir tablet giriyor. Kafan tamamen boşalıyor.
Evet, bir sonrası olarak hipnopedya ile yapılan kitapta geçen algı yönetiminden bahsetmek istiyorum. Cesur Yeni Dünya toplumuna uygulanan algı yönetiminin şu an günümüz dünya toplumlarında da uygulandığını gözlemleyebiliriz. Televizyon ve internet bunun başını çekiyor. İnsanların değer yargıları değiştiriliyor, düşünmeleri engelleniyor. Doğru veya yanlış ayrımında çok fazla karmaşa mevcut ve bu karmaşıklık git gide artıyor. Kimse doğru veya yanlış ayrımı yapamıyor. Davranışlar sorgulanmıyor. Belirli kılıflara uyduruluyor. Aynen kitaptaki gibi hazcılık sanki hayatın tek gerçeğiymiş gibi gösteriyor. Geçmişten beri insanların sığınağı olan kitaplar bile bazı yeni çıkan kitaplar sayesinde artık bu algı yönetimine hizmet ediyor.
Aslında benim kitap hakkındaki diyeceklerim ya da anlatacaklarım bunlarla sınırlı değil. Bahsetmediğim birçok şey var. Ama daha fazla yazarsam kitabın büyüsü uçar gider. Sadece kitabın akışı biraz ağır gidiyor. Ve oluşturulan iki yeni dünya var. Bu dünyaları kavradıkça meraklanarak okumaya devam ediyorsunuz. Cesur Yeni Dünya’da salt bir distopya ile yer yer ütopya özelliğini de görebilirsiniz. Kitabın sonu ile yazarın insanlığın son olarak vardığı noktada kaybetmişliğini en güzel şekilde gözler önüne seriyor. Dünya istediği kadar gelişsin, insanı ve insanı insan yapan sanatı, bilimi, sevgiyi, duygularını kaybettiği sürece ne kadar gelişmişliğinin önemi yoktur. Kitabın distopik noktasının burası olduğunu ütopik olan kısmının ise bilimle gelen kolay teknoloji ve yapay da olsa kurulan mutluluktan insanların haz alması, mutlu olması noktası olduğunu düşünüyorum. Kitapta yer alan son eylemle ise son kalan insanlık parçasının kaybı totalde insanlığın ulaşmak istediği gelişmişliğe vardığında nelerden verdiğini ve kocaman bir kayıp içinde olduğunu gözler önüne sermiş.
Altını Çizdiklerim:
“Eğer doğru kullanırsan sözcükler x ışınlarına dönüşebilirler. Her şeyi delip geçerler. Okursun ve delinirsin.”
“Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkûm oluyorsun. Yalnız olana acımasız davranıyorlar.”
“İnsan mutluluk konusunu düşünmek zorunda olmasa, yaşam ne kadar eğlenceli olurdu!”
Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyasından benden bu kadarlık.
Dahasını merak ediyorsan sevgili okur sıra sende, haydi pamuk eller kitaplara…J