Anlaşıldığını düşünmediğim bir sakız ülkemizde çok çiğnendi. Çok da rahatsız edici biçimde hem de. Neydi bu? Aydınlanma, bilimsellik…
Ağzına aydınlanma sakızını alan, Türkiye’yi karanlık görüyordu. Hem de ortaçağ karanlığında. Hani bağnaz papazların mahkeme kurarak bilim adamlarını kafir, kadınları büyücü diye ateşe yolladıkları engizisyon mahkemeleri var ya. O dönemin karanlığına eşdeğer görüyorlardı Türkiye’yi.
Mantık basitti. Ortaçağ karanlığının, zulmünün sebebi de uygulayıcısı da kiliseydi. Din idi ve din adamlarıydı. Bizdeki karanlığın, geri kalmışlığın, bağnazlığın müsebbibi farklı olamazdı. Yenilmişlik, geri kalmışlık, kokuşmuşluk… Ne varsa sorumluluğu İslam’a yüklendi. Müslümanlar suçlandı. Yargılandı. Mahkum edildi. Aya gidemeyişimizin sebebi de kadınların başörtüsü oldu uzun yıllar boyunca. Dindarlar gerici ilan edildi. Din adamları, ortaçağ kilisesinin kan emici papazlarıyla aynı kefeye konuldu.
Avrupa dinden, din adamından kurtulmuş, aklın yolundan giderek ilerlemişti. Aydınlanma ve pozitivizm, dini tahtından indirmiş, tüm yönleriyle ipliğini pazara çıkarmıştı. Sonra da dinden boşalan tahta kurulmuş, batıyı üstün insanların yaşadığı, özenilen, arzulanan yeryüzünün cennetine dönüştürmüştü.
Bizdekiler de behemahal aydınlanma, pozitivizm telaşına düştü. Ülkemizdeki din düşmanlığının temelindeki en önemli konulardan biridir bu bakış açısı.
İnanmak aklı devre dışı bırakan bir eylemdir. Dogmalar akılla izah edilemediğinden akıl tarafından küçümsenir. Çünkü pozitivizm gözümle görmediğime, kulağımla işitmediğime deney ve gözlemle ıspat edemediğime inanmam demiştir. Nitekim insanın gözüyle görmesi inanmak denilen şeyi ortadan kaldırır.
Gerçeklik çok uzun zaman boyunca beş duyuyla algıladıklarımızla sınırlı kaldı. Özellikle görme duyumuzla.
Batının bizzat kendisi, aydınlanma döneminin iki tane büyük dünya savaşı başta olmak üzere bir çok probleme yol açtığını bugün itiraf ediyor. Görelilik teorisinin, japonyada patlattığı atom bombalarından sonra quantum fiziği de pozitivizmi tamamen patlattı. Günümüzde pozitivizmin geçmişteki büyük sözleri miadı dolup rafa kalkmış sözler. Çünkü gözümüzle gördüğümüzün ötesine geçmiş durumda.
Gerçeği öğrenmek, hakikati bilmek insanın kadim bir arzusu. Bu yüzden haber alabilmek, haber verebilmek çok önemli. Klasik medya araçları insanoğlunun bu ihtiyacını önemli ölçüde karşılıyordu. Herhangi bir manüplasyon söz konusu olduğunda muhalif mecralar insanları uyarıyordu. Ama çağımızda hem teknoloji değişti, hem insanların bu konulara bakışı. Artık herkes kendileri için kurulan yankı odalarında inzivaya çekiliyor. Herkes duymak istediğini duyuyor, görmek istediğini görüyor. Bu durumu en çok kullanan propagandaya muhtaç olan iktidarlar, güç merkezleri ve medya oldu. Sonrasında medya araçlarının bireyselleşmesiyle kişilere kadar indi. Artık çağ öyle bir hale geldi ki, en çok gözümüzle gördüğümüzden şüphe etmemiz gerekiyor. Gözümüzle gördüğümüzle inanırsak çok fena kandırılacağız. Demek ki, başka bir dayanak gerekiyor bize. Galiba ilk önce yankı odalarımızdan kafamızı çıkarmakla başlamalıyız işe. Sonra her duyduğumuza inanmadığımız gibi, artık her gördüğümüze de inanmamaya alışmamız gerekiyor.