16 Eylül 1998’de dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, "Suriye'ye karşı sabrımız kalmadı. Türkiye beklediği karşılığı alamaz ise her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır" dedikten sonra, o dönem Cumhurbaşkanı olan Merhum Süleyman Demirel ise 1Ekim 1998 günü yasama yılının 1. oturumunu açarken, "Esasen; Suriye, Türkiye'ye karşı açık bir husumet politikası izlemektedir. PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye'ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kez daha dünyaya ilan ediyorum" demişti. Bu açıklamaların ardından yani Türkiye'nin kararlılığının hemen ardından; ABD Başkanı Bill Clinton, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e bir mektup yazdı ve Mısır lideri Mübarek’in arabuluculuğunda iki ülkenin diyalog kurmasını önerdi ve Adana Mutabakatı, 20 Ekim 1998’de Türk heyetine başkanlık eden Büyükelçi Uğur Ziyal ve Suriye heyetine başkanlık eden Siyasi Güvenlik Başkanı Tümgeneral Adnan Badr El Hassan arasında imzalandı.
Elebaşı Öcalan'ın yakalanma süreci hızlandı:
Türk askerinin sınırda yığınak yapmasının ardından Suriye geri adım atmak zorunda kaldı ve iki ülkeyi neredeyse savaşın eşiğine getiren gerginliğin ardından Adana'da 'Adana Mutabakatı' imzalandı.
Mutabakat, 20 Ekim 1998’de Türk heyetine başkanlık eden Büyükelçi Uğur Ziyal ve Suriye heyetine başkanlık eden Siyasi Güvenlik Başkanı Tümgeneral Adnan Badr El Hassan arasında imzalandı.
Anlaşmanın ardından terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarak bir süre Rusya ve İtalya’da saklanması, Kenya ve sonrasında da Yunanistan büyükelçiliği yakınlarında yakalanması süreçleri yaşandı.
Demek oluyor ki Sınır komşumuz Suriye ile tarihte her zaman sıkıntılı ve sancılı ilişkilerimiz olmuştur ve de hala olmaktadır. Türkiye'ye zarar vermek isteyen dış mihrakların piyonlarının geçici veya daimi ikametgahları "komşumuz" Suriye olmuştur. Bu ülke ile sınır güvenliğimizin ne denli önemli olduğunun bir kez daha altını çizmekte yarar var diye düşünüyorum.
Bu arada ülkemize geçici misafirliğe gelen Suriyelilerin şartlar düzelince ülkelerine geri gitmeye de pek niyetleri yok gibi gözüküyor: “Eee ne derler; ekmek elden, su gölden nasıl olsa… Niye gitsinler ki?” Diyenlerimiz bir hayli fazla, biliyorum. Hadi hayırlısı…
Ülke genelinde kimi ulusal kanallara bakınca herkesin karnı tok, sırtı pek. Kimilerine bakınca da toplum aç biçare, yoksulluk diz boyu.
El insaf yahu durun bir arasını bulalım bari demekten başka çaremiz kalmıyor.
Alım gücünün düşmesi, çarşı pazardaki pompalanmış ürün zamlarını görünce fırsatçıların durumdan vazife çıkardığını derhal anlamış olmamız lazım, diyorum.
Yetkililerin çarşı pazar konusun şişirilmiş zamlar için tedbir almamaları durumunda yaklaşan seçimler için muhalefete bu durum bayağı bir koz olacağa benziyor.
Ispanak - Pırasa kış sebzesidir: Bunların şu günlerdeki uçuk fiyatlarına bakınca, tıpkı soğan patateste olduğu gibi hükümetin acil tedbir alması gereken en öncelikli konu pazar ve hal meselesi olacağa benziyor.
Fırsatçılara da gerekli yaptırımların uygulanması en öncelikli konulardan biridir. Yurtdışından et alımında olduğu gibi ithal gıda takviyesi geçici bir çözümdür. Tüketiciyi asıl rahatlatacak olan, yakıt, mazot, elektrikte indirime gitme ve üreticinin banka faizlerinde yapılacak düzenleme ile vatandaş muhtelif kaygılarından kurtarılmalıdır.
Yurdum insanı, bu vefalı millet elbette her şeyin en iyisini hak ediyor daha müreffeh bir yaşamı ve huzur ortamını hak ediyor.
Huzur, barış ve bolluk dolu bir Türkiye için hepimize iş düşüyor...
Kalın Sağlıcakla...
Çağrı Furkan UMDU