Çocuğa istismar olayını konu ediyor ve orada Körebe lakaplı bir seri katil çocuk tacizcilerini öldürüyor kendi yöntemleriyle. ‘Körebe’, 2012’de 12 cinayet işleyen bir seri katil. Çocuk tacizcilerini öldürmüş ama yakalanamamış. 2017’de bu cinayetler tekrar etmeye başlıyor, yöntemler aynı ama kafa karıştıran bilmeceler var. Kitabı okudukça bu kadar da olmaz diyeceksiniz ama oluyormuş.

Çocuk tacizcileri, Suriyeli göçmenler, organ mafyası ve daha neler neler var bu romanda.

Bir erkek ile kadın polis cinayeti araştırdıkları sırada aralarında çok anlamlı, çok manidar bir konuşma geçiyor.

Erkek polis konuşuyor: “O kadar ince düşünmeye gerek yok, Adamlar sapık, boşuna zaman harcamayacaksın, hiçbir işe yaramaz. İnsan içine çıkarmayacaksın bunları. Öldürelim demiyorum ama artık hastane mi olur, hapishane mi olur bilmiyorum, bir yerlere kapatacaksın bu herifleri…”

Zaten onu yaptıklarını söyleyen kadın polis, “Bir insan nasıl olur da küçük bir çocuğu taciz eder? Neden bu iğrenç fiili işler? Önemli olan bu sorunun yanıtını bulmak. Belki o zaman bu hastalıkla daha kolay başa çıkabiliriz” diyor.

Erkek polis, “Bana ne hastalıktan. O konuyla sosyologlar, psikologlar uğraşsın, benim vazifem bu alçakları bulup çocuklardan uzak bir yere kapatmak” diye araya giriyor.

Ve kadın polis, şimdiye kadar yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz bir gerçeği okuyucuların adeta yüzüne bir tokat gibi çarparak o erkek polise de müthiş bir cevap veriyor:

“Öyle değil işte… İster çocuk tacizi de adına, ister pedofili, bütün toplumu saran bir hastalıktan bahsediyoruz. Bir insanlık sorunundan, daha doğrusu insanın ne olduğu sorunundan. Daha geçenlerde İstanbul’da bir hastanede sadece beş ayda 115 kız çocuğunun hamile olarak kendilerine başvurduğunu açıkladı. Evet, kızlar kendi kardeşlerini doğuruyor, abilerinden, amcalarından, babalarından hamile kalıyor. Yani bu öyle sadece ceza verilerek çözülecek bir mesele değil. Önemli olan toplumu iyileştirmek, insanın ruhunu yüceltmek, sapıklığı, suçu ortadan kaldırmak. Bunun için de gerekirse psikolog gibi düşünmek, sosyolog gibi davranmak lazım.”

Kitap yurtlarda büyüyen çocukların ve ülkelerinden kaçan mülteci çocukların masum bedenleri ile ilgili iki önemli konuyu anlatıyor.

Kısacası evde, iş yerinde, otobüste, tramvayda elimden düşürmediğim ve akıcı, sürükleyici anlatım dili olan Kırlangıç Çığlığı ülkemizin kanayan yarasına parmak basıyor.

Son olarak kitabı okumayan ve merakla okumak için sabırsızlanan dostlarım var. Kitabın büyüsünü daha fazla bozmadan son bir şey daha söylemek istiyorum.

Kitabın bir bölümünde kahramanımızın sevgilisi ile bir sohbeti çok ilgimi çekiyor. Kitap ismini de buradan alıyor. Başkomiser, gökyüzündeki kırlangıçların çığlıklarına ‘ne güzel şarkı söylüyorlar’ diyor sevgilisine… Sevgilisi de kırlangıçların hikayesini öyle güzel anlatıyor ki, hayranlıkla gözünüzün önünde canlandırıyorsunuz o sahneyi…: “Şarkı söylemiyorlar Nevzat. Ölen arkadaşlarının yasını tutuyorlar. Sevinç çığlıkları değil bunlar, acı dolu haykırışlar. Biliyorsun kırlangıçlar göçmen kuşlardır. Çok hızlı uçarlar. İşte o göç sırasında yüzlerce kırlangıç fırtınaya yakalanıp ölürmüş. Göçü başarıyla tamamlayan kırlangıçlar, geldikleri ülkenin sıcak gökyüzünde uçarken, yollarda kaybettikleri arkadaşlarını anımsar acıyla, öfkeyle böyle çığlıklar atarlarmış.”

Öyle işte! ısrarla tavsiye ediyorum bu kitabı…

Son olarak, çocuklarımızı ihmal etmeyelim, çocuklarımızı imha da etmeyelim…