Son günlerde kamuoyunu meşgul eden ve “infaz düzenlemesi” başlığıyla gündeme gelen yeni paket, yalnızca cezaevlerindeki doluluk oranı ya da hükümlülerin şartları açısından değil, hukuk devletinin özü ve toplumsal adalet algısı bakımından da çok önemli bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Son günlerde kamuoyunu meşgul eden ve “infaz düzenlemesi” başlığıyla gündeme gelen yeni paket, yalnızca cezaevlerindeki doluluk oranı ya da hükümlülerin şartları açısından değil, hukuk devletinin özü ve toplumsal adalet algısı bakımından da çok önemli bir tartışmayı beraberinde getirdi. Bu yazıda infaz sisteminde yapılması öngörülen bu değişiklikleri teknik çerçevede değerlendirmekten ziyade, hukuk mantığı ve vicdani boyutuyla ele almak istiyorum.

Cezalandırma Değil, Dönüştürme
İnfaz sistemi yalnızca cezanın çektirilmesiyle sınırlı değildir. Çağdaş hukuk anlayışına göre infaz, bir cezalandırma mekanizması değil; topluma yeniden kazandırma sürecidir. Bu çerçevede ceza sürelerinin yeniden düzenlenmesi, koşullu salıverme oranlarının değiştirilmesi ya da denetimli serbestlik sürelerinin genişletilmesi salt bir “af” meselesi değil, sistemin yeniden yapılandırılmasıdır.

Yeni infaz paketi, belli başlı suç grupları hariç olmak üzere koşullu salıverme oranını yeniden %67’den %50’ye çekmeyi, denetimli serbestlik süresini uzatmayı ve iyi hâl değerlendirmesini daha nesnel kriterlere bağlamayı öngörüyor. Bu, özellikle ilk defa suç işlemiş, pişmanlık duyan, suça sürüklenmiş bireyler açısından olumlu bir adımdır. Ancak burada ince bir çizgi var: Kamu güvenliği ile bireyin topluma kazandırılması arasında kurulacak denge, reformun başarısını belirleyecektir.

Toplumun Adalet Algısı Zedelenmemeli
Her infaz düzenlemesi beraberinde haklı olarak şu soruyu getiriyor: “Mağdurlar ne olacak?” İşte tam da bu noktada, adaletin yalnızca fail odaklı değil, mağdur odaklı da düşünülmesi gerektiğini hatırlatmak zorundayız. Eğer infaz sistemi, toplumun adalet duygusunu incitiyorsa, cezalandırmadan çok daha fazlasını kaybetmiş oluruz: Güveni.

Bu nedenle reformların açıklıkla yapılması, hangi suçların kapsama dâhil edildiği, hangilerinin özellikle dışarda tutulduğu kamuoyuyla dürüstçe paylaşılmalıdır. Toplum, “ceza indirimi” kavramını “suçun ödüllendirilmesi” gibi algıladığı sürece, en rasyonel düzenlemeler bile hak ettiği desteği göremeyecektir.

Siyasi Kaygılardan Arındırılmış Bir Reform İhtiyacı
Ne yazık ki infaz düzenlemeleri çoğu zaman siyasi iklimin rüzgârıyla şekillenmektedir. Oysa ceza adaleti sistemi, politik eğilimlere göre değişkenlik gösterirse, hukukun öngörülebilirliği ortadan kalkar. Bugün yapılması gereken, infaz sistemini bir bütün olarak ele alıp uzun vadeli, istikrarlı ve tarafsız bir modele kavuşturmaktır.

Yargı bağımsızlığının tartışıldığı bir ülkede, infaz sisteminin keyfilikten uzak ve güven veren bir yapıya kavuşturulması yalnızca cezaevlerinin değil, toplumun tamamının huzuru için elzemdir.

Sonuç Yerine: İyileştirici Adaletin İnşası
İnfaz sistemindeki reformların tek başına yeterli olmadığını, bu düzenlemelerin eğitime, sosyal desteğe, meslek edindirme olanaklarına entegre edilmeden kalıcı başarı getirmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Yeni paket bu yönüyle bir fırsat olabilir. Fakat bu fırsatın hakkıyla değerlendirilmesi için siyasi hesaplardan uzak, şeffaf ve toplumsal mutabakata dayalı bir infaz politikası şarttır.

Unutulmamalıdır ki bir hukuk sisteminin değeri, yalnızca cezalandırma gücüyle değil, affetme, onarma ve yeniden kazandırma kabiliyetiyle ölçülür. Türkiye’nin infaz sistemine dair bu yeni adımın, yalnızca hükümlülerin değil, hepimizin daha adil bir yarına uyanmasına vesile olması dileğiyle.

Av. Mustafa ERKULU