Yakın zamanda karşılaştığımız en vahim toplumsal güvenlik krizlerinden biri; devletin dilini, kurumlarını ve ciddiyetini taklit eden sahte belgelerle yürütülen dolandırıcılık sistemidir.

Bu sistem, yalnızca bireyleri hedef almıyor; aynı zamanda hukuk devletinin meşruiyetini, adalet duygusunu ve kurumsal güveni de sarsıyor.

Resmiyet Taklidiyle Korku Ticareti

Şu günlerde telefonlarımıza düşen, posta kutularımıza bırakılan veya ekranlarımıza yansıyan bazı belgeler, ilk bakışta “resmi evrak” izlenimi veriyor. Başlıkta “T.C. MİT-Cumhuriyet Başsavcılığı”, “Hakim Kararı”, “Teknik Takip Raporu”, alt kısımda e-imza taklidi, TC kimlik numarası ve görevli isimleri… Her şey kusursuz bir senaryoyu andırıyor. Ama bu belgelerin tamamı, yalnızca birer sahte kılıftan ibaret.

Kimi zaman “gizli yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunuz” söyleniyor, kimi zaman “kaçma şüpheniz olduğu” belirtiliyor. Ardından geliyor asıl amaç: Para istemek, bilgi sızdırmak, kişiyi baskı altına alarak başka bir dolandırıcılığa zemin hazırlamak.

Bu sahte belgeler, sadece bireyi kandırmıyor. Aynı zamanda kamuoyunun zihin dünyasına “devletin her an beni gözetlediği” gibi paranoyak bir korku tohumu ekiyor. Bu, toplumda kurumsal meşruiyeti çürütmenin yeni yöntemidir.

Hukuki ve Kurumsal İmkânsızlıklar

Bu tür belgeleri incelediğimizde birçok hukuki imkânsızlık ve yapısal tutarsızlık açıkça görülüyor:
• Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), herhangi bir savcılıkla iç içe karar yazmaz, mahkeme kararına bağlıdır.
• “21 gün gözaltı kararı”, Türk Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yoktur. Gözaltı süreleri ve tutuklama kararları belirli ve sınırlıdır.
• E-imzalıdır ibaresi yazılmış ama e-imza doğrulama linki veya QR kod yoktur.
• Gerçek hakim-savcı-ad soyadları, izinleri veya bilgileri olmadan belgelerde kullanılır.

Bu belgeler öyle profesyonelce hazırlanıyor ki, hukuk fakültesi mezunu olmayan bir yurttaş için gerçek ile yalanı ayırt etmek neredeyse imkânsız hale geliyor.

Toplumsal Algı Üzerindeki Tahribat

Devletin gücüyle kandırılmak, dolandırıcılığın en travmatik türüdür. Bir bankayı taklit eden sahte SMS’ten, sosyal medya şifresi isteyen sahte ekranlara kadar uzanan dijital dolandırıcılık yöntemleri, şimdi “hukuk devleti” görünümüne bürünmüştür. Bu, yalnızca bireysel mağduriyet değil, kamu düzenine kast anlamına gelir.

Bir yurttaşın, “Gerçekten MİT beni izliyor olabilir mi?”, “Hakim bana karar yazdıysa yapacak bir şeyim yok” diye düşünmesi, bireysel korku değil, toplumsal güvenlik krizidir.

Öneriler: Savunma Hattı Nasıl Kurulmalı?

1. Toplu Suç Duyuruları: Elinde bu tür sahte belgeler bulunan kişiler, tek tek değil, ortak dosyalarla örgütlü suç kapsamında suç duyurusunda bulunmalıdır.
2. Savcılıklar ve Siber Suç Birimleri: Sahte belge üretiminde kullanılan yazılım ve cihazlar dijital iz bırakır. IP adresi takibiyle üretici gruplar tespit edilebilir.
3. Barolar ve Hukukçular: Tüm barolar, bu konuda vatandaşları bilgilendirmeli, gerekirse örnek belgeleri kamuoyuyla paylaşmalıdır. Hukukçular, danışmanlık ve yönlendirme sorumluluğuna sahiptir.
4. Basın ve Medya: Bu olay münferit değil, yaygındır. Ulusal medya bu konuyu gündem yapmalı; kamu spotları, bilinçlendirme kampanyaları başlatılmalıdır.
5. Adalet ve İçişleri Bakanlığı: Resmi belgelerde adlarının ve logolarının kullanılmasını ciddiyetle izlemeli, sahtecilikle mücadelede dijital teyit sistemleri güçlendirilmelidir.

Sonuç Yerine: Adaletin Maskesiyle Gelen Karanlık

Bu belgeler bize şunu söylüyor: Dolandırıcılar artık “mafyavari yöntemlerle” değil, “hukukun yüzünü takınarak” karşımıza çıkıyor. Ancak biz hukukçular olarak, bu maskeleri birer birer düşürmek zorundayız.

Unutmayalım: Sahte bir kararın toplumda yaratacağı güven erozyonu, gerçek bir davanın sonucundan daha yıkıcı olabilir. Bu yüzden artık hep birlikte, yalnızca bireyleri değil, adaleti savunmalıyız.