Sallana sallana ellerim cebimde ayaklarımın götürdüğü sokaklara varıyorum ..

Yaşamın acımasızlığını düşünüyorum acımasız bir evrende yaşamaya mecbur bırakılmışız diyorum... Bir tarafım bu düşünceme karşı çıkıyor, yaşamak için güzel bir anlam bulman gerekli, yaşıyor olman bir tesadüf değil diye fısıldıyor. Kalbim; hiç bir kuş nedensiz uçmadığı gibi hiç bir yaşamın boşa değil diyor..

Bir gün dedemle sohbet ettiğim an gözlerim önüne geliyor .. Konuşmamız aynen bu şekilde an ve an dedemin bana anlatırken hitabı, konuşurken mimik hareketleri aynı o gün ki gibi gözlerimin önünde canlanıveriyor.

Bu senenin yılbaşı günüydü. 2019‘un ilk günü hani 1 Ocak... Oturmuşum karşısına vakit akşam . Tv’de ana haber bültenleri var . Yılbaşı haber bültenleri sanırım hep önemsiz varsaydıkları iyi haberleri hep masal sonları gibi sona koyarlar ya da bana öyle gelir bilmiyorum ..

Tüm enflasyon, kriz, zam, ekonomik sıkıntılar, kazalar, seller, savaşlar .. Bu tür haberleri öne çeker en sona da her yılbaşında yaptıkları haberlerden olan ‘yılın ilk evliliğini şu gençler yaptı’ dedikten sonra ..

Yılın ilk bebeklerini haber yaparlar. ‘1 ocak 2019 Yılında doğan ilk bebek’ haberlerine geldi sıra..

Söylediğim söz şuydu; “ Boşa doğuyor bu bebekler, bir bilseler ki dünya böyle kötü doğmaktan vazgeçerler. Ben pişmanım doğduğuma bir anlamı yok bir doğumun. Bir bebek gelirken bir haber de, bir de bakmışsın arka mahallede bir çocuk öldürülür haberi yapılır ana haber bültenlerinde ..

Dedem söylemime şu şekilde cevap vermişti;

“Yanlış düşünüyorsun. O yeni gelen yılın ilk ayında doğan bir bebek, belki de dünyayı değiştirecek nereden biliyorsun.

Belki saygın bir insan olacak ve bir daha belki onun sayesinde diğer çocuklar ölmeyecek sen bilemezsin. Bu hayatta dünyaya gelmek bir tesadüf değil.Belki sen doğmasaydın yahut hiç olmasaydın, dünya senden mahrum kalacaktı. Belki bir insanın hayatını kurtarmak için gelmişsindir bu dünyaya sen bilemezsin. Sebepsiz değil bu doğmalar. Senin doğduğun günü iyi bilirim ama bak büyüdüğünü de gördüm bu sebepsiz değil.”

Benim düşüncemi yerle bir eden bu sözü hakkında etkilendim hatta o kadar etkilendim ki tüm düşüncelerim, hayatla ilgili tüm felsefem bir anda U dönüşü yapmıştı..

Bir anda ona bir soru yönelttim bir hikaye okumuştum ondan esinlenmiş olmam gerek ama sordum soruyu..

-Bir ev yanıyor ve o evin içinde bir bebek var yine o evin içinde dünyanın en önemli ressamlarına ait orijinal pahalı sanatçının kendi fırçasından çıkmış tablolar, sanat eserleri dünyanın yetiştirdiği en iyi sanatkarların elinden çıkmış tablolar hangisini kurtarırsın ? dedim ..

Dedem bebeği demişti. Cevabımı aldım zaten o hikayenin kahramanı da bebeği kurtarmıştı. Yani o bebeğin büyüdüğünde belki dünyanın en önemli bir sanatçısı belki iyi bir politikacı olup toplumunu belki de bir insanın hayatını kurtaracak bir doktor olacağını varsaymıştı hikaye kahramanı ...

Uzun lafın kısası yolda yürürken bunları düşünmekteydim. Derken ayaklarım beni yaşlıca bir amcanın yanına götürdü. Oturuşu dedeme benziyordu dikkatimi çekti. Hemen bir sohbette bulunmak istedim aklıma dedem gelmişken ...

Yanında bir tezgah arabası bir tabureye oturmuş bir şeyler satıyor ..

köşe içinde foto

Baktım arabasına önce uzaktan bir süzdüm tabii ..

Sonra yanına yaklaştım “Amca adın nedir ? “ dedim ..

-“İsmail Aladağ” dedi.

Yaşının 75 olduğunu da ekledi.

Ne satıyorsun burada dedim ‘tuz’ dedi ‘mısır’ ve ‘kuru kayısı’ ..

Tezgah arabasında şöyle 6-7 tane paketlenmiş tuz, bir poşet mısır ve küçük bir naylon sepete koyduğu kuru kayısı vardı .. Öte yandan poşette ekmekler ve küçük bir parça yenilmiş bir yoğurt kabı ...

Kaç paraya satıyorsun, günlük ne kadar kazanıyorsun ?

-Günlük bazen 20 bazen 30 lira.. Bunları bir adamdan alıyorum getirip satıyorum tuzu 5 TL’ye satıyorum, 2 TL kazanıyorum, az kazanıyorum.

Ne zamandan beri bu işi yapıyorsun ?

-15 - 20 yıldır yapıyorum. Pazar dışında sokakta satmıyorum. Yeşil Mahalle’ye gidiyorum, Yeni Mahalle’ye gidiyorum sonra buraya (Perşembe Pazarı) geliyorum. 3 pazara çıkıyorum, 2 günde evde kalıyorum.

Çocukların var mı? diye sordum İsmail amcaya…

Bir oğlum var özürlü hastanede yatıyor. İki kızım evde kızlarımdan birisi de özürlü o da hastanede yatıyor. Üç kızım kocada. Onlar çalışmazlar bilemezler..

Sadece buradan kazandığın parayla mı geçiniyorsun? diye sordum. Yaşlılık çizgilerinin üzerine güneş ışığı düşen İsmail Amcaya:

Yaşlı aylığım vardı. Yaşlılık aylığımı kestiler gittim müracaat ettim, dilekçe verdim. Dediler ‘çıkartacağız’ hala haber çıkmadı, emeklilik yok, bununla geçiniyorum. Çocuğumun aylığı da kesilmiş benim de geçim zor….

Konuşmalarımız 75 yaşındaki İsmail Aladağ’ın sorunlarını dinlememle süre geldi .

Bu durumda bir insana neler yapılır? Ne söylenir acaba? bilemiyorum . İnsan bazen kitlenir kalır, kendinden daha fazla derdi olan insanları dinleyince yüreğinde bir fırtına kopar. Ama o fırtınayı tarif edecek bir söylem çıkmaz ağızdan bazen. Oturup sadece bir şey diyemeden dinledim yaşamındaki fırtınaları. Evet dedim sohbetten ayrıldıktan sonra 75 yıl bu dünyada İsmail Amca düşündüm tam 75 yıl … Kim bilir bu koskoca 75’e ne tür sevinçler ve hüzünler sığdırmıştır. Yaşam konusunda bir şey daha kattı bana bu yaşlı amca, zoraki yaşadığımız hayatta yılmamalı bir şekilde ayakta durmalıyız ki …

Çünkü az önce anlattığım hikaye de olduğu gibi hikaye kahramanının felsefesini yaşıyor Aladağ. Yaşatmak zorunda oldukları çocukları için mücadele ediyor, yılmadan ..

Herkes kendi yaşamındaki kendine yazılan hikâyenin kahramanıdır…

Ve bu kahramanlar yaşadığı kadar yaşatmak bilincinde olduğunda dünya daha güzel olacaktır.

Tabii yaşlı olmak, fakir olmak, böyle bir dünyada sıkıntılar çekmeyi İsmail Amca’da istemez. Bu ebetteki onun suçu değil ama hayata bazen buradan da bakmak gerekli ..

Son olarak İsmail Amcanın sıkıntıları biran önce çözülsün, çocukları sağlığına kavuşsun üç ayda bir aldığı yaşlılık maaşına müracaatı sonuç versin dileklerinde bulunarak bir yazarın şu sözleri ile bitirmek isterim;

“Hayat hassas kalpler için bir cehennem”…