Öyle bir rol vermişler ki, okudum okudum anlamadım. Kendi kendime konuştum bazen evimde, hem kızdım hem güldüm halime. Sonra dedim ki "söz ver kendine"; Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin, sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin, uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayati seyredersin. Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım. Öyle çok değerliymiş ki zaman, hep acele etmem bundan, anladım...“ Nietzsche
Dizeleri ile tanımlamış Nietzche hayatının aşkı olan Salome’yi... Çok sevdiği, ilk gördüğünde hafızasını tamamı ile işgal eden o kadın yani Salome ile hiçbir zaman birlikte olamamış, Nietzsche. Niyesi nedeni ne kadar bilinebilirdiki. Sadece tek bir örnekti kavuşamayan aşk’a. Bir de böyle bir düşünce vardı sanki değil mi? Kavuşamayınca “aşk” olur. Kimileri için belki çok klişe, kimileri içinse yaşamın sırrı. Seversin, kavuşamazsan aşk olur. Peki ya kavuşursan? Neden kaynaklanıyor “aşk” kelimesini sürekli ortak bir kalıba koyma isteğimiz. Herkese göre farklı bir kalıbı olmalıdır. Mesela Neuroscience’a göre aşk bir motivasyon sistemidir. Adeta bir uyuşturucu. Bir bilim adamına göre en irrasyonel davranış biçimidir aşk. Goethe’ye göreyse; aşk zaman kaybından başka bir şey değildir. Peki ya Platon? Platon’a göreyse; aşk ciddi bir hastalıktır. Dedikten sonra hemen ekleyelim Somerset Maugham’a göre aşkın ne ifade ettiğini; “En uzun aşk, karşılıklı olmayan aşktır...”
Aman be Azizizm... Yapacak fazla bir şey yok aslında. Ya aşka müptela, bir ilişkiden diğerine boşu boşuna atlayıp durursunuz ya da yaşadığınız aşkın kıymetini bilerek daha kalıcı bir ilişkiye dönüştürürsünüz. Eee seversin, kavuşamazsın aşk olur ya hani (!), seversin kavuşursun kıymetini de bilebilirsen meşk olur...
Saygı ve sevgilerimle..