Artan fiyatlar karşısında yerinde sayan gelirler, milyonlarca insanın hayatını daraltıyor. Geçim sıkıntısı artık sadece rakamların değil, sofraların, evlerin ve umutların meselesi.

Bugün Türkiye’de en çok konuşulan, en az çözülen sorunlardan biri geçim sıkıntısı. Sokakta kime kulak verseniz aynı cümle dökülüyor dudaklardan: “Para yetmiyor.” Aslında mesele paranın kendisi değil; paranın artık hayata yetmemesi.

Bir zamanlar ayın sonunu zor getirenler vardı, şimdi ayın ortasını görmek başarı sayılıyor. Market raflarında etiketler değişiyor ama maaş bordroları aynı kalıyor. Elektrik, doğalgaz, kira, ulaşım… Hepsi sessiz ama kararlı bir şekilde yükselirken, gelirler yerinde sayıyor. Bu tablo, toplumun geniş kesimlerini ortak bir dertte buluşturuyor: Geçinememek.

Geçim sıkıntısı yalnızca ekonomik bir sorun değil; psikolojik ve sosyal bir kuşatma. İnsanlar artık hayal kurmaktan çok hesap yapıyor. Bir kahve içmek, dışarıda yemek yemek ya da çocuk için küçük bir istek karşılamak “lüks” kategorisine girmiş durumda. Tasarruf, tercih olmaktan çıktı; zorunlu bir yaşam biçimi haline geldi.

En acı tarafı ise bu sıkıntının normalleşmesi. Yüksek enflasyon, hayat pahalılığı ve alım gücündeki düşüş, gündelik sohbetlerin sıradan bir parçası oldu. Kimse şaşırmıyor, herkes kabulleniyor. Oysa kabullenmek, çözüm üretmenin önündeki en büyük engel.

Geçim derdi büyüdükçe adalet duygusu da zedeleniyor. Aynı şehirde, aynı sokakta bambaşka hayatlar yaşanıyor. Bir yanda her ay artan birikimler, diğer yanda eksilen sofralar. Bu uçurum derinleştikçe, toplumsal huzur da yara alıyor.

Bu noktada sorulması gereken soru basit: İnsanlar neden çalıştığı halde geçinemiyor? Cevap da en az soru kadar net: Gelir artışı, hayat pahalılığının gerisinde kalıyor. Ücretler enflasyona yetişemiyor, alım gücü her geçen gün biraz daha eriyor.

Geçim sıkıntısı kader değil, sonuçtur. Yanlış ekonomik tercihler, plansızlık ve uzun vadeli çözümler yerine günü kurtaran adımların sonucudur. Bu nedenle çözüm de günü kurtarmakta değil; adil gelir dağılımında, öngörülebilir politikalarda ve insanı merkeze alan bir ekonomik anlayışta yatıyor.

Unutulmamalı: Bir ülkede insanlar geçinemiyorsa, sorun bireysel değil, sistemseldir. Ve bu sorun konuşuldukça değil, çözüldükçe gündemden düşer.