Kayseri’de havalar bir anda soğudu. Sabah evden çıkarken yüzümüze çarpan ayaz, aslında bu şehrin bize hiç yabancı olmayan bir gerçeği. Kayseri kışıyla meşhur bir şehir. Ama mesele yalnızca termometrelerin gösterdiği dereceler mi, yoksa bu soğukluk hayatın her alanına mı etki ediyor?

Erciyes’ten inen rüzgâr, sokak aralarında dolaşırken insana “kış geldi” demiyor; adeta “hazır mısın?” diye soruyor. Kayseri’de kış serttir, net olur, kimseyi kandırmaz. Ne yaz ne bahar gibidir. Ama bu sertliğe alışkınız. Alışık olmadığımız şey, kışın yükünün her geçen yıl biraz daha ağırlaşması.

Soğuk hava demek, daha fazla yakıt demek. Doğalgaz faturası, soba kömürü, elektrik… Hepsi üst üste geldiğinde kış, sadece mevsim olmaktan çıkıyor; ekonomik bir sınava dönüşüyor. Kayseri’de dar gelirli için kış, kalın monttan önce “hesap kitap” anlamına geliyor. Kombiyi kaç derece açsam, gece kapatsam mı, sabah erken mi yaktsam… Bunlar artık günlük sohbet konusu.

Sokaklar da değişiyor. Yazın kalabalık olan meydanlar sessizleşiyor, kafelerin camları buğulanıyor, insanlar aceleyle yürümeye başlıyor. Soğuk, şehri içine kapatıyor. Ama Kayseri’nin bir tarafı da tam bu noktada ortaya çıkıyor: dayanıklılığı. Komşuluk hâlâ var, bir tas çorba hâlâ kapıdan kapıya gidebiliyor, “üşüdün mü?” sorusu hâlâ samimi.

Bu şehirde kış, aynı zamanda sabır demek. Sabah donmuş arabayı kazımak, kaldırımlarda dikkatle yürümek, ayaza rağmen işine gücüne devam etmek… Kayseri insanı için bunlar hayatın rutini. Belki de bu yüzden Kayseri’de insanlar soğuğa değil, belirsizliğe daha çok üşüyor.

Havalar soğuyor, evet. Ama asıl soru şu: Şehir olarak bu soğuklara ne kadar hazırlıklıyız? Sosyal destekler yeterli mi, sokakta kalanlar görülüyor mu, dar gelirlinin kışı gerçekten düşünülüyor mu? Kış, her yıl kapıyı çalıyor. Mesele, kapıyı açtığımızda içeride ne kadar sıcak bir düzen kurabildiğimiz.

Kayseri’de kış uzun sürer. Ama bu şehir, soğuğa teslim olacak bir şehir değil. Yeter ki soğuk sadece havada kalsın, hayatın içine yerleşmesin.