Bugünün gençleri, dünün hayallerini kuramıyor. Üniversite kazanmak, meslek sahibi olmak, kendi ayakları üzerinde durmak… Bunların her biri artık hayalden çok lüks haline geldi. Çocuklukta öğretilen “okursan hayatın kurtulur” masalı, mezuniyet belgesiyle birlikte acı bir gerçeğe dönüşüyor: İşsizlik, düşük maaş, gelecek belirsizliği.
Gençlerin en büyük ortak cümlesi “geleceğimi göremiyorum.” Birçoğu üniversite mezunu olmasına rağmen ya işsiz ya da asgari ücretle çalışıyor. Hayatının en verimli çağında, üretmek ve keşfetmek yerine, ay sonunu getirme telaşıyla yaşıyor. Kimi kirayı ödeyemediği için ailesinin yanında kalıyor, kimi borçlarını kapatabilmek için mesleğiyle alakasız işlerde çalışıyor.
Üstelik bu tablo sadece bireysel sorun değil, toplumsal bir çöküşün işareti. Geleceğe güven duymayan bir gençlik, ülkesine nasıl umut olabilir? Eğitim sistemi, istihdam politikaları ve ekonomik kriz gençleri her geçen gün biraz daha tüketiyor. Beyin göçünün hızlanmasının sebebi de tam olarak bu. Yetenekli, parlak gençler, “bu ülke bana hayal kurma imkânı tanımıyor” diyerek bavullarını topluyor.
Toplumun onlara verdiği nasihat ise hep aynı: “Sabret.” Ama genç, sabırla telefon faturasını ödeyemiyor, sabırla kirayı denkleştiremiyor. Sabırla gelecek inşa edilmiyor.
Gençliğin en büyük sermayesi umuttur. Ama bugün bu ülkenin gençleri, umut yerine borç yüküyle büyüyor. Onların gözünden ışıltıyı çalan, sadece ekonomik kriz değil; aynı zamanda umutsuzluğun ağır gölgesi.
Sorulması gereken tek soru şu: Yarınları gençlerin sırtına bu kadar ağır yüklerle yüklerken, nasıl bir geleceğe uyanmayı bekliyoruz?