Annemin elleri...
Her zaman sıcacıktı. Tığı tutan, ipi çeken, lifin ilmeğini sabırla ören eller… Sanki sadece örgü örmüyor, yüreğinden geçen her duyguyu da örüyordu ilmek ilmek. Kimseye yüksek sesle “Seni seviyorum” demezdi annem. Ama ona gelen herkes mutlaka bir lifle uğurlanırdı. O liflerdi annemin sevgisi, duası, selamı.
"Bir gün ben giderim," derdi bazen sessiz bir akşamda, pencerenin önüne oturmuş, elinde renkli ipleriyle… "Ama liflerim kalır. Beni hatırlarsınız."
O zaman çocuk aklımla pek anlamazdım ne demek istediğini. Lif işte… Bir banyo eşyası… Hatırlanacak ne olabilir ki?
Ta ki o sabaha kadar.
O sabah…
Evin içine çöken o sessizlik…
Annemin sesi, örgüsünün ritmi, çay karıştırışı bile yoktu artık.
O gün ölüm raporunu almak için aile hekimini aradım. Kuru, resmi bir işti diye düşündüm. Ama annemin ismini söyleyince, hekim hanımın sesi değişti.
“Hii… O güzel lifleri ören teyzem mi?” dedi.
Bir an dünya durdu sanki.
Ne ben konuşabildim ne o.
İkimiz de sustuk.
Ama o sessizlikte annem konuştu sanki: “Bak, ben dedim size. Liflerimle hatırlanırım…”
Cenazeye gelen herkesin elinde bir anı vardı ondan. Kimi lifini getirmiş, kimi yastık altına koymuş, kimi yıllar önce annemin ördüğü lifi hâlâ kullandığını söyledi.
"Ben bu lifi evlenirken vermişti," dedi biri.
"Bana doğum yaptığımda getirmişti," dedi bir diğeri.
"Çok üzgün olduğum bir gün vermişti," dedi bir başkası.
Anladım ki annem sadece lif örmemiş.
O, insanların hayatına küçük küçük dokunuşlar yapmış. Ve hepsi de kalmış.
Bugün evin her köşesinde bir lif çıkıyor karşıma. Kimi çekmecede, kimi sandıkta, kimi başucumda. Kokluyorum, ağlıyorum. Rengârenk ipliklerin içinde annemin sessiz sevgisini, ince dualarını, beni büyütürken döktüğü sabrı görüyorum.
Ve şimdi ben de bir lif örmeye çalışıyorum. Onun gibi değil, asla olamam. Ama her ilmeğe bir hatırasını, bir cümlesini, bir bakışını yerleştirmeye çalışıyorum.
Çünkü artık biliyorum.
Bir lif bazen bir hayattan fazlasını taşıyabilir.