730 gün boyunca, yaklaşık 200.000 ton yasaklı bomba ve patlayıcı maddeyle Gazze’nin üzerine ölüm yağdıran İsrail, tarihin en ağır sivil katliamlarından birine imza attı. Yaklaşık 700.000 insanın hayatını kaybettiği bu süreç, sadece İslâm dünyasının değil, insanlığın da vicdanında silinmez bir yara açtı. Ancak tüm bu yıkıma, acıya, gözyaşına rağmen İsrail sahada bir zafer elde edemedi. Bu durum, sadece askeri bir başarısızlık değil, aynı zamanda siyasi ve ahlaki bir çöküştür.

Bugün geldiğimiz noktada, İsrail’in iki yıllık saldırganlığının ardından hâlâ “güvenliğini” temin edememesi, ABD başta olmak üzere Batı’nın tüm stratejik planlarını sorgulatır hâle getirmiştir. Washington yönetimi, İsrail’i ayakta tutmak için saatte 30 milyar dolar tahvil ihraç ediyor, küresel borç piyasalarını zorlayarak bu savaşın mali yükünü üstleniyor. Ancak bu model artık sürdürülebilir olmaktan tamamen çıkmıştır. ABD, İsrail’in imaj enkazını sırtında taşımaktan, her geçen gün daha da ağır bir yük altına girmektedir.

İsrail’in Gazze’de yaşadığı başarısızlık, yalnızca askeri bir çıkmaz değildir. Aynı zamanda Batı’nın “demokrasi”, “insan hakları” ve “hukuk devleti” kavramları üzerinden kurduğu meşruiyet kurgusunu da yerle bir etmiştir. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan, İsrail’e verilen sınırsız desteğe karşı sokağa çıktı. Üniversitelerde, meydanlarda, parlamento önlerinde yankılanan tek bir ses vardı: “Bu bir savaş değil, bu bir soykırım.”

Bu sesin yankısı, Batı başkentlerinde duyuldu. İngiltere, Fransa, Avustralya, Kanada ve Suudi Arabistan’ın kısa süre içinde “İki Devletli Çözüm” dosyasını yeniden gündeme getirmesi, aslında Filistin halkına yönelik bir empati değil, İsrail’in daha fazla zarar görmesini önleme hamlesiydi. Batı, kendi eliyle büyüttüğü İsrail’in artık kontrol edilemez bir kriz ürettiğini gördü.

Çünkü İsrail’i korumak uğruna dünya halklarının vicdanını kaybetmeye başlamışlardı.
İsrail’i Orta Doğu’nun bağrına bir hançer gibi yerleştiren İngiltere, bugün artık bu hançerin saplandığı yerden kendisinin de kanadığını fark ediyor. Siyonist kongrelerle ittifak hâlinde yürütülen yüzyıllık planın artık tıkandığı ortada.

İngiltere, ABD’nin gölgesinde sürdürülen bu suç ortaklığından sessizce çekilme arayışında. Çünkü Netanyahu’nun şahsında simgeleşen aşırı sağcı politikalar, sadece İsrail’i değil, Batı dünyasının itibarını da yerle bir etti.

ABD için de tablo farklı değil. Çin’in yükselişiyle birlikte küresel ekonomik ve siyasi hegemonyasını sarsılan Washington, İsrail üzerinden yürüttüğü Ortadoğu denklemini artık sürdüremiyor. Bu nedenle, “ateşkes” adı altında İsrail’e zorla bir nefes aralığı dayattı. Çünkü kendi çıkarlarını, itibarını ve uluslararası ilişkilerdeki etkinliğini yeniden inşa edebilmesi için önce İsrail’in elindeki kanı silmesi gerekiyordu.

Fakat içeride bambaşka bir tablo var. Gazze’de yaşanan yıkımın ardından İsrail halkı tarihinin en ağır travmasını yaşıyor. On binlerce askerini kaybeden, yüzbinlercesini psikolojik çöküntüye sürükleyen bir ülke artık kendi liderini sorguluyor. “Eğer sonunda 7 Ekim 2023 sınırlarına döneceksek, bütün bu bedeller neden ödendi?” sorusu, İsrail toplumunda giderek daha yüksek sesle soruluyor. Netanyahu ve çevresi, İsrail’in tarihindeki en büyük siyasi hesaplaşmaya doğru sürükleniyor.

Öte yandan, Gazze’deki direnişin iki yıl boyunca sürmesi, İsrail’in tüm askeri gücüne rağmen bir halkı tamamen teslim alamadığını gösterdi. Eğer Hamas ve Gazze halkı bir yıl daha dayanabilseydi, İsrail’in yıkımı kaçınılmaz olabilirdi. Fakat bugün ulaşılan ateşkes, en azından Gazze’deki insanların yeniden nefes alabileceği bir kapı araladı. Aylarca aç, susuz, yorgun ve yaralı halde yaşam mücadelesi veren bu halk, yeniden toparlanma fırsatı bulacak.

Ancak bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor: Ateşkes, sadece silahların susması değil, adaletin konuşmaya başlamasıdır. Eğer bu süreç, Filistin halkının iradesini dışlayan bir masa etrafında kurulursa, hiçbir kalıcı barış sağlanamaz. Stratejik bir planlamayla savaşı da, diplomasiyi de yöneten Hamas’ı denklemin dışında bırakmaya çalışan hiçbir çözüm, gerçek bir Filistin devleti fikrini taşıyamaz.

Bugün “barış” sözcüğünü ağzına alan herkesin önce şu gerçeği görmesi gerekiyor: Gazze’de yaşanan, sıradan bir çatışma değil, insanlık onurunun sınandığı bir imtihandır. Bu imtihanın kazananı yok; fakat kaybedeni belli. Kaybeden, vicdanını yitiren dünya düzenidir. İsrail’in kaybettiği yalnızca askeri bir üstünlük değil, ahlaki bir meşruiyettir. Ve hiçbir ordu, hiçbir istihbarat, hiçbir ittifak o kaybı telafi edemez.

Bugün, 24 ay sonra ilk kez gökyüzü biraz daha sessiz. İlk kez çocukların üzerine bombalar değil, umut yağabilir. Ateşkesin tüm adaletsizliğine rağmen, insanlık adına bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Çünkü her ateşkes, aynı zamanda bir muhasebe çağrısıdır. İsrail için bu muhasebe, kaybolan insafı yeniden bulmak; Filistin için ise yeniden dirilmenin adıdır.

24 ay sonra ilk kez rahat uyuma imkânı nasip eden Allah’a hamdolsun. Şimdi asıl mesele, o uykudan uyandığımızda insan kalmayı başarabilmekte.
Yusuf Kartal...