DİK DURANIN GÖLGESİ UZUN OLUR Şahsiyet sahibi olmanın bir bedeli varsa, en ağır olanı yalnızlıktır.
Çünkü doğru yolda yürümek bazen seni kalabalıktan ayırır. Oysa insan doğası kalabalığı sever; onaylanmak, kabul görmek ister. Fakat şahsiyetli insan, gerekirse alkışsız yaşar. Gerekirse yalnız kalır ama eğilmez. Herkesle birlikte olmaktansa, kendiyle barış içinde olmayı tercih eder.
Bugün birçok insan yalnızlıktan korktuğu için eğiliyor. İnsanları kaybetmemek için kendini kaybediyor. Oysa gerçek yalnızlık, şahsiyetli durduğun için değil; kimseye benzememeye cesaret ettiğin için gelir. Ve o yalnızlık, er geç seni kendine getirir.
Çünkü bir gün, susan kalabalıkların ortasında iç sesin haykırır:
“Bu sen değilsin!”
İşte o an, şahsiyetin seni omuzlarından tutar ve silkeler:
“Uyan!”
Çoğu insan, kalabalığın gölgesinde yaşıyor. Ne düşündüğü başka, ne yaptığı başka… Oysa şahsiyet, içle dışın örtüşmesidir. Kim olduğunu bilen insan, yalnızlıktan korkmaz. Bilir ki en karanlık odalarda bile kendine dürüst kalmak, gün ışığındaki sahte gülüşlerden daha değerlidir.
Yalnızlık, şahsiyetli insanların kaderi değil, imtihanıdır. Çünkü asıl yalnızlık, seni anlamayan kalabalıklarla yaşamaktır. Ve insan bir noktada şunu fark eder: Yanında yüzlerce insan olup kimsenin seni gerçekten duymadığı bir hayat, şahsiyeti boğar. Bu yüzden şahsiyetli insan, bazen iki dostla yetinir; çünkü o iki dost, kalabalıkların içindeki bin maskeden daha gerçektir.
İnsan ne kadar çok eğilirse, o kadar çok kalabalık toplar etrafına. Ama ne kadar dik durursa, o kadar özüyle baş başa kalır. Fakat o yalnızlıkta bir ses vardır: İç huzurun sesi.
O ses, gece uyumadan önce içinden şöyle fısıldar:
“Sen bugün de kendin kaldın. Ve bu, yeter.”