Gıda zehirlenmeleri, içme suyuna karışan maddeler, merdiven altı üretim yapılan ürünler, bozulmuş ya da uygun koşullarda muhafaza edilmemiş yiyecekler… Liste uzayıp gidiyor. Ancak sonuç değişmiyor: Hastanelerin acil servisleri dolup taşıyor, çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalar en büyük riski taşıyor. Bir anlık ihmal ya da “olmaz bir şey” mantığı, geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabiliyor. İşte tam bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: İnsan hayatı gerçekten bu kadar ucuz mu?

Denetim mekanizmalarının yetersizliği, cezaların caydırıcı olmaması ve “nasıl olsa bir şey olmaz” anlayışı, bu vakaların artmasındaki en büyük etkenlerden biri. Bir işletme, gerekli hijyen şartlarını sağlamadığı halde faaliyet gösterebiliyorsa, bir ürün defalarca şikâyet edilmesine rağmen raflarda kalabiliyorsa burada yalnızca tekil hatalardan değil, sistemsel bir sorundan söz etmek gerekir. Zehirlenme vakaları “kader” ya da “talihsizlik” değildir; çoğu zaman göz göre göre gelen ihmaller zincirinin son halkasıdır.

Toplum olarak da sorgulamamız gereken bir nokta var. Her olaydan sonra birkaç gün konuşup, ardından unutmayı tercih ediyoruz. Oysa her unutulan vaka, bir sonrakine zemin hazırlıyor. Şeffaf soruşturmalar yapılmadıkça, sorumlular açıkça ortaya konulmadıkça ve kamuoyuyla paylaşılmadıkça bu tablo değişmez. İnsanlar güvenle bir şey yiyip içemeyecek hale gelmişse, burada ciddi bir alarm durumu vardır.

Artan zehirlenme vakaları bize çok net bir gerçeği hatırlatıyor: İnsan hayatı istatistiklerden, rakamlardan ve gündelik polemiklerden daha değerlidir. Bir kişinin bile ihmalle zarar görmesi kabul edilemezken, her gün onlarca vakanın yaşanması normalleştirilemez. Artık “geçmiş olsun” demek yetmiyor. Etkin denetim, ağır yaptırımlar ve gerçek bir sorumluluk anlayışı şart. Çünkü insan hayatı bu kadar ucuz olmamalı.