1970 tarihinde güzel bir mayıs ayında Miraç kandilini kutlamak için ailece Hunat Camisindeyiz.
Kayseri’nin manevi havalarını koklamanın bir mayıs gününe gelmesi bizim için ayrı bir nefes almak gibi. Miraç selalarla başladığında Hunat Camisinin önündeki koca çınarların derinden afif bir sesle yükselmeye başlaması, yapraklarının esintiyle sallanması bana bu gecenin zikrininde başladığını gösteren emarelerdendi. Hunat Camisin önündeki abdesthaneden abdest alırken içerde o zamanın ünlü hatibi Necmettin Nursaçan Hoca Efendi vaaza başlamış. Abdesti bitirdim tam kalkacakken Hoca Efendi bir kıssa anlatıyordu Allah bir gün meleğini haset’e göndermiş. Git şu hasete dediki bir dilek tut Allah sana bir komşuna iki verecek de demiş. Melek söylemiş yarın sabah gelip cevabını alacağım demiş.Haset sabaha kadar düşünmüş, bir ev istese komşusunun iki evi olacak, köşk istese komşunun iki evi olacak. Sabaha kadar uyuyamamış. Ne istese komşunun iki olacak. Sabah melek gelmiş söyle dileğini demiş. Haset ‘’Gözümün birini kör et demiş’’.
Yerimden kalkamadım bir müddet oturdum. İnsan sevdiğini eşini kıskanır. Ama haset böyle kıskanırmış ve haset edermiş. Orta okul yaşlarındayım çok etkilendim. O güne kadarda hiçbir hasetle karşılaşmadım.
Ağır ağır düşünerek camiye girdim. Namazdan sonra her zamanki genelekselleşmiş Nursaçan Hocanın miraçla ilgili sohbet ve devamında zikirine başladı. Miraç’ı anlatırken Hz Ebu Bekir’in davranışı çok etkiledi.
Fahr-i Kâinât Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, İsrâ ve Mîrac hâdisesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman:
“–Ey Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi. Cebrâîl aleyhisselâm:
“–Ebûbekir Sen’i tasdîk eder. O sıddîktır.” buyurdu. (İbn-i Sa‘d, I, 215)
Nitekim müşrikler, Mîrac hâdisesini duyduklarında, derhâl Hazret-i Ebûbekir’e koştular:
“–Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne diyeceksin?” dediler. Hazret-i Ebûbekir radıyallâhu anh:
“–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi. Müşrikler tekrar:
“–Sen O’nu tasdîk ediyor ve bir gecede Beytü’l-Makdis’e gidip geldiğine inanıyor musun?” dediler. Hazret-i Ebûbekir radıyallâhu anh:
“–Evet! Bunda şaşılacak ne var? Vallâhi O bana, gece veya gündüzün herhangi bir vaktinde kendisine Allah’tan haber geldiğini söylüyor da ben yine O’nu tereddütsüz tasdîk ediyorum.” dedi. Daha sonra Ebûbekir radıyallâhu anh, o sırada Kâbe’de bulunan Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Olanları bizzat Efendimiz’in mübârek fem-i saâdetlerinden dinledi ve:
“–Sadakte (doğru söyledin) yâ Rasûlâllah!..” dedi.
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem de O’nun bu tasdîkinden gâyet memnun kalarak cihânı aydınlatan tebessümüyle Hazret-i Ebûbekir’e:
“–Ey Ebûbekir! Sen «Sıddîk»sın!..” buyurdular. (İbn-i Hişâm, II, 5)
Bu hadisenin bu kısmı beni yerimden kaldıramadığı gibi bir şairin sözü aklıma geldi .
“İkna edilmişlerle yola çıkılmaz. Yola, inanmışlarla çıkılır.”
Nursaçan hocanın anlatımları ile ruhumuzda ve kalbimizde bir elenti başladı. Hoca efendi Allah zikriyle Hunat camisinden göğe doğru sesler yükseldikçe sanki mabete yükselmeye başladığını hissetmeye başladık, zikir devam ettikçe birden bire Allahın deli kulları Allah diye birden bire sıçramaları bizi de bambaşka yerlere sürüklüyordu. Öyle bir hal oldu ki gözlerimizden yaşlar geldikçe kalbimizin derinliklerine işlemeye başladı. Haset’in halinden Ebu Bekir’in haline giriyorduk inanmışlığın şerbetine doyamıyorduk. Hoca efendi yavaş yavaş zikri sakinleştirirken, hepimiz içi boş bir torba gibi yerimizde yığılıp kaldık.
Eve varıp uykuya dalarken hasettin durumunu düşünmeden edemedim. Sonra Hz Ebu Bekir’ in inanışı aklımı geldiğinde derin bir sevdaya düşmüş gibi inanmanın Miraç’ını yaşadım…
Vesselam…