Rojin Kabaiş’in şüpheli ölümü Türkiye’de adalet, kadın hakları ve yargı sistemine olan güven tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Dosyadaki gizlilik kararları, geciken raporlar ve sessiz kurumlar toplum vicdanında derin bir yara bıraktı. Detaylar haberin devamında...
Bir ülkenin adalet terazisi, sadece sanıkları değil; sessiz kalanları da tartar. Türkiye, son yıllarda genç kadınların kaybolduğu, öldürüldüğü ve dosyaların “gizlilik kararı” adı altında karanlığa gömüldüğü bir dönemden geçiyor.
21 yaşındaki Rojin Kabaiş’in ölümü de bu sessizliğin en acı sembollerinden biri hâline geldi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Rojin, bir Eylül akşamı yurttan çıktı ve bir daha geri dönemedi. Günler sonra Van Gölü kıyısında bulunan cansız bedeni, sorulması gereken binlerce soruyu beraberinde getirdi.
Ama sorular sorulmadı.
Yurt sessiz kaldı, üniversite sessiz kaldı, devlet sessiz kaldı.
Gerçeklerin üstünü örten “gizlilik”
Rojin davasında mahkeme tarafından verilen “gizlilik kararı”, adalet arayışının önüne çekilen görünmez bir duvar gibi. Dosyaya erişemeyen aile, delilleri göremeyen avukatlar ve kamuoyuna yapılan çelişkili açıklamalar, hukukun şeffaflığına gölge düşürdü.
“Gizlilik” bazen adaletin korunması için vardır; ama bazen de adaletsizliği gizlemenin bir aracına dönüşür. Türkiye’de ne yazık ki bu çizgi sık sık bulanıklaşıyor. Ve o bulanıklıkta, Rojin gibi genç kadınlar birer istatistiğe dönüşüyor.
Toplumsal vicdanın suskunluğu
Bir toplumda kadınlar öldürülüyor, genç kızlar kayboluyor ve insanlar hâlâ “yine mi bir kadın cinayeti?” diyerek omuz silkiyorsa, sorun artık bireysel değil, sistemseldir.
Rojin’in ardından gösterilen duyarsızlık, yalnızca devlet kurumlarının değil, toplumun da içine düştüğü bir umursamazlık halini gözler önüne seriyor.
Her gün ekranlarda aynı haberler, aynı ifadeler: “Soruşturma sürüyor.”
Ama ne sonuç var, ne hesap soran bir mekanizma.
Ve her geçen gün, adalet biraz daha sessizleşiyor.
Yargının cinsiyeti olur mu?
Ne yazık ki Türkiye’de olur.
Kadınlar öldüğünde, sistem onları korumak yerine sorgular.
“Gece neden dışarıdaydı?”, “Kiminle görüştü?”, “Neden yurttan çıktı?”
Oysa kimse şunu sormaz: “Neden öldürüldü?” veya “Onu kim korumadı?”
Rojin davası, bu zihniyetin aynasıdır.
Devletin koruması altında olması gereken bir üniversite öğrencisinin kayboluşu, yargı sistemindeki ihmali, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve adaletin erkek egemen dilini bir kez daha gözler önüne serdi.
Bir ülke adaletle ayakta durur
Rojin Kabaiş’in ölümü bir kader değil; bir ihmaller zinciridir.
Ve bu zinciri kırmak, yalnızca adli makamların değil, her birimizin sorumluluğudur.
Çünkü her sustuğumuzda, bir Rojin daha sessizliğe gömülür.
Adaletin olmadığı bir ülkede, hiçbirimiz güvende değiliz.
Rojin davası; sadece bir genç kızın değil, hepimizin vicdanına yazılmış bir utanç belgesidir.