Ben o zamanlar bir çocuğun ne kadar susarak öğrenebileceğini annemin bahçesinde fark ettim.
Sevmenin, dokunmadan da mümkün olduğunu orada gördüm.
Bir insana, bir çiçeğe, bir hayata iyi gelmenin illa büyük sözlerle olmayacağını…
Bazen bir maşrapa su, bazen eğilerek söylenen bir cümle yeterdi.
Yıllar geçti.
Şimdi ne o bahçe kaldı, ne o menekşeler…
Toprağın yerini taş aldı, sessizliğin yerini gürültü…
Ama bir kaldırım kenarında boynunu eğmiş bir mor menekşe görsem, annem geliyor aklıma.
Çiçeğe eğilir gibi Rabb’ine eğilen annem…
Bazı insanlar dua ederken konuşmaz.
Annemi düşününce bunu daha iyi anlıyorum.
Çiçekle konuşan bir insan, Allah’tan bir şey isterken nasıl susar, nasıl kalbinden söyler…
Onu annem öğretti.
İçimde hep bir bahçe var şimdi.
Kimsenin girmediği, sadece annemin bildiği bir bahçe…
Orada menekşeler var hâlâ.
Ve ben ne zaman kendimi kaybetsem, o bahçeye dönüyorum.
Çünkü çocukluğum orada toprağa basıyor.
Ve annem hâlâ o bahçede, eğilmiş, bir çiçeğe dua fısıldıyor.