Her gün mutlu hayatlar, lüks sofralar, uzak tatiller paylaşılıyor. Ama gerçek hayatta kaygı, yorgunluk ve tükenmişlik var. Sosyal medya hepimizi kıyaslarla tüketiyor, genç yaşta yaşlı hissettiriyor.
Paylaşıyoruz ama yaşamıyoruz
Bazen düşünüyorum, biz gerçekten yaşıyor muyuz, yoksa sadece paylaşmak için mi yaşıyoruz? Telefonu elime almadan bir gün geçiremiyorum. Sabah uyanır uyanmaz ekrana bakıyorum, kim ne yapmış, kim nereye gitmiş, kim hangi lüks masada yemek yemiş. Sanki herkes çok mutlu, herkes çok huzurlu.
Ama işin aslı öyle mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü ben kendi hayatıma bakıyorum, herkes gibi kaygılarım var, dertlerim var. Faturalar, kiralar, işler, gelecek kaygısı… Ama ekrana bakınca anlıyorum ki kimse gerçek hayatını paylaşmıyor. Herkes vitrinde.
Sürekli tüketen bir göz
O kadar çok şey görüyoruz ki, artık hiçbir şey şaşırtmıyor. Bir gün Maldivler’de tatil yapanı, ertesi gün en pahalı arabasına kavuşanı görüyoruz. Bizim hayatımız ise hep eksik gibi geliyor. “Ben neden yapamıyorum?” sorusu beynimizin arka planında sürekli çalıyor. İşte en yorucu şey de bu.
Mutluluk yerine kıyas
Aslında bir kahve içmek de mutlu edebilir, arkadaşınla sokakta yürümek de. Ama sosyal medyada gördüğümüz paylaşımlar yüzünden kendi hayatımız küçülüyor. Sanki mutluluk için illa lüks restoran, pahalı tatil ya da marka kıyafet gerek. Halbuki gerek yok. Ama beynimiz kandırılıyor, biz de yoruluyoruz.
Dinlenemeyen zihin
Telefonu kapatıp dinlenmek istiyorum ama olmuyor. Elim gidiyor, ekrana bakmadan duramıyorum. Çünkü orada bir dünya var, sürekli akıyor. Kaçırmak istemiyoruz. O yüzden aslında hiç dinlenemiyoruz. Uyumadan önce bile ekranı son kez kontrol ediyoruz. Yatağa bedenimiz giriyor ama zihnimiz hala orada.
Asıl yorgunluk
Bence gerçek yorgunluk çalışmaktan ya da hayatın zorluklarından değil, bu bitmeyen kıyaslardan geliyor. Çünkü insanlar mutlu olmak için değil, daha çok beğeni almak için yaşıyor. Ve biz de bu yarışın içinde tükeniyoruz.