Türkiye’de en çok konuşulan sorunlardan biri genç işsizliği. Her yıl binlerce genç, büyük hayallerle üniversite kapılarından mezun oluyor, ama karşılarında çoğu zaman kapanmış iş kapıları buluyor. Bu tabloya bakıldığında suçu gençlere yüklemek kolaydır: “Yeterince donanımlı değiller”, “kendilerini geliştirmiyorlar”, “fırsatları değerlendiremiyorlar”… Oysa gerçek hiç de öyle değil. Sorun gençlerde değil, gençlere alan açmayan sistemde ve onları görmezden gelen anlayışta...

Gençlerin işsizlik çıkmazı çoğu zaman yanlış yorumlanıyor. Üniversitelerden mezun olan gençler, yıllarını ders çalışmaya, sınavlarla boğuşmaya harcıyor. Buna rağmen iş görüşmelerinde “deneyim” sorunu önlerine konuluyor. Peki, hiç şans tanınmayan bir gencin nasıl deneyim kazanması beklenir? Bu çelişki, aslında gençlerin değil, düzenin problemidir. Gençlerin enerjisi, bilgisi ve çalışkanlığı var ama fırsat yok.

Bugün birçok genç, iş bulamadığı için farklı alanlara savruluyor. Bir öğretmen adayı çağrı merkezinde, bir mühendis garsonlukta, bir iktisatçı pazarlamacılıkta çalışıyor. Elbette her meslek değerlidir; fakat mesele şu: Yıllarca alın teri döken, ailesinin fedakârlığıyla okuyan gençler, emeklerinin karşılığını bulamıyor. İşte bu noktada gençleri suçlamak değil, onların önündeki engelleri kaldırmak bir adım atmak gerekiyor.

Gençlerin hayallerinin büyük kısmı artık yurt dışında. Neden mi? Çünkü orada bilgiye, emeğe değer veriliyor. Burada ise gençlere çoğu zaman “bekle, sabret, idare et” deniliyor. Bu yüzden beyin göçü artıyor. Aslında bu gençler ülkesini bırakmak istemiyor, ama çaresizlik onları buna zorluyor. Oysa gençlerin tek istediği hak ettikleri değeri görmek ve emeklerinin karşılığını almak.

Atatürk’ün gençlere bakışı
Mustafa Kemal Atatürk yıllar önce “Bütün ümidim gençliktedir” derken boşuna söylemedi. Çünkü gençliğin enerjisi, cesareti ve üretkenliği bu ülkenin en büyük gücüdür. Eğer bu ülke ayağa kalkacaksa, bu gençlerin omuzlarında yükselecektir. O yüzden yapılması gereken, gençleri eleştirmek değil; onların yanında durmak, fırsatlar sunmak ve umutlarını yeşertmektir.

Benim gördüğüm en büyük haksızlık, gençlerin “hazır değiller” diye yaftalanması. Oysa bu gençler, teknolojiye en hızlı uyum sağlayan, değişimi en çabuk kavrayan, dünyayı takip eden bir kuşağın temsilcileri. Onlara güvenildiğinde neler yapabileceklerini defalarca kanıtladılar. Depremlerde gönüllü oldular, salgın döneminde dayanışma gösterdiler, en zorlu anlarda bile üretmekten geri durmadılar. Bu tablo bize bir şey söylüyor: Gençlerin sorunları değil, çözümleri var. Yeter ki kulak verilsin.